İnternetin tarihi, bilgisayar ağlarını birbirine bağlama ve bilgi alışverişini sağlama çabalarıyla başlar. İnternetin temelini oluşturan Internet Protokol Paketi (IP Suite), Amerika Birleşik Devletleri'nde yürütülen araştırmalar sonucu geliştirildi. Ancak, bu süreçte özellikle Birleşik Krallık ve Fransa'dan bilim insanlarıyla da yakın işbirlikleri yapıldı.
1950'lerin sonunda, bilgisayar bilimi henüz yeni gelişen bir alandı ve ilk hedeflerden biri, aynı bilgisayarın kaynaklarının birden fazla kullanıcı tarafından paylaşılabilmesiydi. Ardından, bu paylaşımın geniş alanlara yayılması fikri gündeme geldi. Bu dönemde, J. C. R. Licklider, ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı ARPA'da, dünyayı birbirine bağlayacak bir ağ vizyonu geliştirdi. Aynı yıllarda, Paul Baran ise RAND Corporation’da, mesaj bloklarıyla çalışan bir dağıtık ağ önerdi. Bu fikirler, bilgisayarların iletişim kurma şeklini dönüştürmeye yönelik ilk adımlardı.
1969 yılında, ARPA, ARPANET projesini hayata geçirmeye karar verdi. Bu proje, Robert Taylor tarafından yönlendirildi ve paket anahtarlama teknolojisi olarak bilinen yenilikçi bir iletişim yöntemi kullanıldı. Bu teknoloji, hem Donald Davies'in İngiltere'de geliştirdiği fikirlerden hem de Baran'ın önerilerinden ilham alıyordu. Projenin teknik altyapısını oluşturmak için, Bolt, Beranek ve Newman ekibi IMP adı verilen iletişim cihazlarını geliştirdi. ARPANET, hızlı bir şekilde Amerika’da büyüdü ve kısa süre içinde İngiltere ve Norveç gibi ülkelere de bağlantı sağladı. Bu ağ üzerinden ilk mesaj, UCLA'dan Stanford Araştırma Enstitüsü'ne gönderildi.
1970'lerde, paket anahtarlama teknolojisi üzerine yapılan çalışmalar hız kazandı ve farklı ağlar ortaya çıkmaya başladı. Bu dönemde, Louis Pouzin ve Hubert Zimmermann, Fransa'da internetworking yani ağlar arası iletişim üzerine çalışmalar yaparak daha basit ve verimli bir sistem önerdiler. Aynı zamanda, Peter Kirstein, İngiltere’de internetworking’in pratikte nasıl uygulanabileceğini gösterdi. Bob Metcalfe, Ethernet teknolojisinin teorik temellerini attı ve veri iletimi için yeni standartlar önerdi.
Bu çalışmalar, ağlar arası iletişimi sağlayacak standartların geliştirilmesi için zemin hazırladı. Bu noktada, Vint Cerf ve Bob Kahn, 1974 yılında internetworking üzerine yaptıkları araştırmaları yayımlayarak, bugün kullandığımız internetin temelini oluşturan TCP/IP protokollerini geliştirdiler. Bu protokoller, veri iletiminde güvenilirliği sağlarken, farklı ağların birbiriyle uyumlu çalışmasına olanak tanıyordu. Fransa'daki CYCLADES projesinde ortaya atılan bazı fikirler, TCP/IP'nin gelişiminde etkili oldu.
1980'lerin sonlarına gelindiğinde, TCP/IP protokolü yaygın olarak kullanılmaya başlandı ve farklı ülkelerden ağlar bu standart üzerinde birleşmeye başladı. ABD’de, Ulusal Bilim Vakfı (NSF) tarafından desteklenen süper bilgisayar merkezleri arasındaki bağlantılar, NSFNET ile sağlandı. Bu, akademik ve araştırma kuruluşlarının birbiriyle veri alışverişi yapmasını kolaylaştırdı. TCP/IP'nin uluslararası alanda kabul görmesi ve Alan Adı Sistemi (Domain Name System, DNS) gibi önemli mimarilerin ortaya çıkması, internetin bugünkü haline dönüşme sürecini başlattı.
1990'ların başında, internetin ticari kullanımı giderek yaygınlaştı. 1989'da, İsviçre’deki CERN laboratuvarlarında çalışan İngiliz bilgisayar bilimcisi Tim Berners-Lee, hipertext belgelerini birbirine bağlayan World Wide Web sistemini geliştirdi. Bu sistem, bilgilerin internet üzerinde daha kolay bulunmasını ve paylaşılmasını sağladı. Aynı dönemde fiber optik kabloların yaygınlaşması ve dalgaboyu bölmeli çoğullama (wave division multiplexing, WDM) gibi teknolojilerin devreye girmesi, internetin kapasitesini büyük ölçüde artırdı.
Sonuç olarak, internetin gelişimi, iletişimden ticarete, kültürel etkileşimlerden bilgi paylaşımına kadar pek çok alanı dönüştürdü. 1990'ların ortalarında e-posta, anlık mesajlaşma, video görüşmeleri ve VoIP gibi teknolojiler yaygınlaştı. 2000'lerin başından itibaren, internetin telekomünikasyon dünyasındaki payı hızla arttı. 1993 yılında dünya çapında iki yönlü telekomünikasyon ağlarındaki bilgi akışının sadece %1'i internet üzerinden gerçekleşirken, bu oran 2000 yılında %51’e, 2007'de ise %97'ye ulaştı.
Bugün, internet büyümeye ve gelişmeye devam ediyor. Ancak, bu küresel ağın geleceği, bölgesel farklılıklar, politik kararlar ve teknolojik yenilikler tarafından şekillendirilecek gibi görünüyor.
Problemin Tanımı ve İnternet Fikrinin Ortaya Çıkışı
İlk bilgisayarlar kendi dönemlerindeki teknolojiyi ana bilgisayar ve terminaller arasında noktadan noktaya haberleşmeye izin verecek şekilde kullandılar. Teknoloji geliştikçe ana bilgisayarlar ve terminaller arasında daha uzak mesafelere ve daha yüksek bağlantı hızlarına ulaşıldı. Peşinden bilgisayarlar arasında dosya transferi gibi veri paylaşımları mümkün hale geldi.
Ancak noktadan noktaya haberleşme modeli limitliydi ve herhangi iki noktanın haberleşmesi için bu iki nokta arasında fiziksel, direkt bir bağlantı olması gerekiyordu. Ayrıca noktadan noktaya dijital haberleşme teknolojisi stratejik açıdan yetersizdi zira bu teknolojide iki nokta arasındaki haberleşme hattı herhangi bir sebeple zarar gördüğünde, haberleşmeyi devam ettirecek alternatif bir güzergâh yoktu.
Licklider ve Welden Clark, Ağustos 1962'de, haberleşme ağlarına sahip bir gelecek ile ilgili ilk makalelerden olan "On-Line Man-Computer Communication" makalesini yayınladı.[2]
Ekim 1962'de Rack Ruina, Licklider'ı DARPA bünyesinde bulunan "Information Processing Techniques Office (IPTO)" başına getirdi. Licklider burada Ivan Sutherland ve Bob Taylor'ı global bir ağ fikrinin ne kadar önemli olduğuna ikna ederek, DARPA içinde kendisinin "Galaksiler arası bilgisayar ağı üyeleri" olarak adlandırdığı bir grup kurdu ve bu konu üzerinde çalışmaya başladılar. Licklider'in DARPA'dan ayrılmasından sonra Taylor bilgisayar ağları üzerinde çalışmaya devam etti. Bölüm, kendi görevinin bir parçası olarak üç ayrı ağ terminali kurmuştu. Bunlar Santa Monica'da yer alan SDC Q-32 (System Developement Corporation), Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi'nde yer alan Project Genie ve MIT'te yer alan Multics. Licklider, burada ortaya çıkan kaynak israfını gidermek için ne gerektiğini ortaya koymuştu...
“
Bu üç terminalin her birisi için değişik kullanıcı komut setlerim vardı. Bu yüzden S.D.C'de birisiyle konuşurken M.I.T.'deki ya da Berkeley'deki tanıdığımla bu konuşma hakkında tartışmak istersem S.D.C terminalinden bağlantımı kesip diğer terminale bağlanmam gerekiyordu."Adamım", dedim. "Yapılması gereken çok açık... Eğer sistemde üç terminal varsa, elinin altındaki terminal öyle bir terminal olmalı ki, sen hangi terminale bağlanmak istersen direkt oraya bağlanmalı." İşte bu ARPANET'ti.[3]
„
IPTO'dan, ARPANET kurulmadan 5 sene evvel 1964'te ayrılmış olsa da, onun "küresel bir ağ" vizyonu, ardından gelen Lawrence Roberts ve Robert Taylor gibilerinin ARPANET'i geliştirmesi için ilham kaynağı oldu. Licklider, 1973'te IPTO'ya geri dönerek iki sene daha yönetti.[4]
İnternetin Temelleri
Öncüler
Telgraf Teknolojisi: Mesajları iki farklı yer arasında elektromanyetik bir ortam aracılığıyla iletme uygulaması, 19. yüzyılın sonlarına uzanan elektrikli telgraf ile başladı. Elektrikli telgraf, ilk tamamen dijital iletişim sistemi olarak kabul edilir. 20. yüzyılın başlarında radyo-telgraf ticari olarak kullanılmaya başlandı, 1930’larda ise Telex adlı teleprinter hizmeti devreye girdi. Ancak bu sistemler, yalnızca iki uç cihaz arasında nokta-nokta iletişim sağlıyordu.
Bilgi Teorisi: 1920'lerde Harry Nyquist ve Ralph Hartley tarafından geliştirilen temel teorik çalışmalar, telekomünikasyon teknolojisinin temellerini oluşturdu. 1948’de Claude Shannon tarafından ortaya konan bilgi teorisi, sinyal-gürültü oranı, bant genişliği ve hatasız veri iletimi arasındaki dengeyi anlamak için sağlam bir teorik temel sağladı.
Bilgisayarlar ve Modemler: 1940'ların başındaki sabit programlı bilgisayarlar, manuel olarak küçük programların anahtarlara girilmesiyle çalışıyordu. 1950'lerde transistör teknolojisinin gelişimiyle birlikte, merkezi işlem birimleri ve kullanıcı terminalleri 1955 itibarıyla kullanıma girdi. Bu dönemde, ana bilgisayar modeli ortaya çıktı ve Bell 101 gibi modemler sayesinde dijital verilerin düşük hızlarda telefon hatları üzerinden iletilmesi mümkün hale geldi. Bu teknolojiler, uzak bilgisayarlar arasında veri alışverişini sağladı, ancak her iki cihaz arasında sabit bir bağlantı gerekliydi ve iletişim yalnızca belirli sistemler arasında mümkündü. Örneğin, SAGE (1958) ve SABRE (1960) gibi sistemler belirli amaçlar için geliştirildi ve genel kullanıma yönelik değildi.
Zaman Paylaşımı (Time-Sharing): Oxford Üniversitesi’nin ilk bilgisayar profesörü olan Christopher Strachey, Şubat 1959'da zaman paylaşımı için İngiltere'de bir patent başvurusu yaptı. Aynı yılın Haziran ayında Paris’teki UNESCO Bilgi İşlem Konferansı’nda “Büyük Hızlı Bilgisayarlarda Zaman Paylaşımı” başlıklı bir bildiri sundu ve bu fikri J. C. R. Licklider’a iletti. Licklider, Bolt Beranek and Newman Inc.'te (BBN) başkan yardımcısı olarak çalışırken, zaman paylaşımını toplu işlemeye bir alternatif olarak teşvik etti. Aynı dönemde John McCarthy MIT’de yazdığı bir notta, zaman paylaşımını çok sayıda etkileşimli kullanıcı oturumuna genişletti; bu, daha sonra CTSS (Compatible Time-Sharing System) adlı sistemin MIT'de uygulanmasına yol açtı. Illinois Üniversitesi'nde PLATO gibi diğer çok kullanıcı destekli ana bilgisayar sistemleri de bu dönemde geliştirildi.
İlham Kaynakları
BBN’de çalışırken Licklider, 1960 yılı Mart ayında yazdığı Man-Computer Symbiosis (İnsan-Bilgisayar Simbiyozu) makalesinde geniş bant iletişim hatlarıyla birbirine bağlanmış bilgisayar merkezleri önerdi. Bu vizyon, günümüz kütüphanelerinin işlevlerine ek olarak bilgi depolama ve erişim konularında öngörülen gelişmeleri içeriyordu.
Ağustos 1962’de Licklider ve Welden Clark, gelecekteki ağ sistemlerini tanımlayan ilk makalelerden biri olan On-Line Man-Computer Communication adlı makaleyi yayımladı. Ekim 1962'de Licklider, ARPA bünyesindeki yeni kurulmuş olan Bilgi İşleme Teknikleri Ofisi (IPTO) direktörlüğüne getirildi ve ABD Savunma Bakanlığı'nın Cheyenne Mountain, Pentagon ve SAC HQ ana bilgisayarlarını birbirine bağlama görevi üstlendi. DARPA içinde bilgisayar araştırmalarını ilerletmek amacıyla gayri resmi bir grup oluşturdu. 1963 yılında IPTO ekibine “Galaktik Bilgisayar Ağı’nın Üyeleri ve Bağlıları” olarak hitap eden dağıtık bir ağ fikrini açıklayan notlar yazmaya başladı.
Licklider, 1964 yılında IPTO’dan ayrıldı, ancak ARPANET’in devreye girmesinden beş yıl önce evrensel ağ vizyonu, onun yerine geçen Robert Taylor'ın ARPANET projesini başlatması için ilham kaynağı oldu. Licklider, 1973'te iki yıllığına IPTO'ya geri döndü ve internetin gelişimine katkı sunmaya devam etti.
Bu problemin altında, ayrı fiziksel ağların tek bir mantıksal ağ olarak birleştirilmesi düşüncesi yatar. 1960'larda, RAND Corporation için çalışan Paul Baran, Amerikan ordusu için bir nükleer savaş durumunda dahi ayakta kalabilecek ağlar hakkında bir çalışma yaptı.[5] Baran'ın ağında, taşından bilgi "mesaj blokları" adını verdiği şeylere bölünerek taşınıyordu. Aynı dönemde Donald Davies (National Physical Laboratory, UK), bu çalışmadan bağımsız olarak benzer bir ağ yapısı geliştirdi, bu yapıya herkes tarafından kabul edilen "paket-anahtarlamalı" adını verdi. Leonard Kleinrock (MIT) bu teknolojinin arka planındaki teoriyi geliştirdi. Paket anahtarlaması özellikle sınırlı kaynaklara sahip bağlantılarda, telefon için kullanılan devre-anahtarlamasına kıyasla daha yüksek hızlara olanak sağlar.
Paket anahtarlama, mesajların sıralı paketlere bölündüğü ve yönlendirme (routing) kararının her bir paket için ayrı ayrı yapıldığı bir ağ tasarımıdır. İlk ağlar, sağlıklı yönlendirme yapıları gerektiren mesaj-anahtarlamalı sistemler kullanmışlardır.
Robert Taylor, Defense Advanced Research Projects Agency bilgi işleme bölüm müdürlüğüne terfi ettikten sonra Licklider'in bütünleşik ağlar oluşturma fikrini gerçekleştirmeye odaklandı. Bunun için MIT'den Larry Roberts'i transfer ederek böyle bir ağ kurma projesini başlattı.
ARPANET üzerinden ilk mesaj 29 Ekim 1969'da saat 22:30'da gönderildi.[6] Bu mesaj UCLA Profesörü Leonard Kleinrock gözetiminde UCLA'da yazılım üzerine eğitim gören Charley Kline tarafından UCLA'daki bir bilgisayardan Stanford Üniversitesi'ndeki bir bilgisayara gönderildi.
5 Aralık 1969'da Utah Üniversitesi'nin ve Santa Barbara Kaliforniya Üniversitesi'nin de eklenmesi ile 4 düğümlü bir ağ kuruldu. ARPANET, ALOHAnet'te geliştirilen temeller üzerinde hızla gelişti. 1981 senesinde ağa bağlı cihaz sayısı 213'tü ve ortalama her 20 günde bir yeni bir cihaz ekleniyordu.[7][8]
ARPANET internetin ve bu bağlamda kullanılan teknolojilerin geliştirilmesinin temel çekirdeği haline geldi. Başlarda ARPANET, TCP/IP yerine Network Control Program (NCP) kullanıyordu. Bayrak Günü olarak da bilinen 1 Ocak 1983'te ARPANET üzerindeki NCP hakimiyeti sona erdi ve NCP'den daha esnek ve kuvvetli bir protokol olan TCP/IP, NCP'nin yerini aldı. Böylece, modern internetin temelleri atılmış oldu.[9]
NPL
1965'te Donald Davies tarafından ulusal veri ağı olarak önerilen paket anahtarlamalı ağdır. Bu ağa 1976'da 12 bilgisayar ve 75 terminal bağlıydı ve 1986'da ağ değiştirilene kadar daha fazla cihaz ağa bağlanmaya devam etti.
Merit Ağı
Merit Ağı, bir diğer adıyla The Merit Network, ülkenin eğitim ve ekonomik durumundaki gelişmeye katkı olması amacıyla 1986 yılında, Michigan'nın üç devlet üniversitesinin Michigan Eğitim Araştırma Merkezi (Michigan Educational Research Information) tarafından birbirine bağlamasıyla ortaya çıkan ağdır.
CYCLADES
Louis Pouzin tarafından tasarlanan ve geliştirilen Fransız araştırma ağı. ilk ARPANET tasarımına bir alternatif olarak tasarlanmıştı. ilk kez 1973 senesinde sunumu yapıldı.[10][11] Cyclades, verinin dağıtımı sorumluluğunu ağın kendisi yerine, güvenilir datagramlar ve bu datagramlarla ilişkili end-to-end protokoller kullanan hostlara bırakan ilk ağdı.
X.25 ve halka açık veri ağları
Paket anahtarlamalı ağ standartları Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) tarafından ARPA araştırmaları temel alınarak, X.25 ve ilgili standartlar şeklinde geliştirildi. X.25 geleneksel telefon bağlantılarını taklit eden sanal devreler konsepti üzerine inşa edildi. X.25, 1974 yılında daha sonraları JANET'e dönüşen SERCnet ağının temellerini oluşturdu. İlk X.25 standardı, ITU tarafından Mart 1976'da kabul edildi.
1978 yılında İngiliz Posta Teşkilatı, uluslararası Batı Birliği ve Tymnet, International Packet Switched Service (IPSS) olarak bilinen paket anahtarlamalı ilk uluslararası ağı kurmak için işbirliği yaptılar. 1981 senesinde bu ağ Avrupa ve Amerika'dan, Kanada, Hong Kong ve Avustralya'yı da içine alacak şekilde genişledi. 1990'larda bu ağ dünya çapında bir ağ altyapısı sağladı.
X.25, ARPANET'ten farklı olarak ticari kullanıma açıktı.
UUCP ve Usenet
Duke Üniversitesi'nden iki öğrenci olan Tom Truscott ve Jim Ellis, UUCP seri bağlantısı yoluyla haberleri ve mesajları yakınlarda bulunan Chapel Hill'deki North Carolina Üniversitesi'ne ileten Bourne shellbetikleri yazdılar. Bu yazılımın 1980'de halka açık olarak dağıtılmaya başlanmasının ardından, Usenet üzerindeki veri aktaran UUCP hostlarının sayısı hızla arttı. Bu yapı ilerleyen dönemde UUCPnet adını aldı. UUCPnet FidoNet ve dial-up BBS hostları arasında gatewayler ve bağlantılar da oluşturdu. UUCP ağları, düşük maliyeti, mevcut hatları kullanma yeteneği, X.25 ve hatta ARPANET bağlantıları ve CSNET ve Bitnet'teki gibi katı kullanım kuralları olmaması sebebiyle hızla yayıldı. 1981 senesinde UUCP hostlarının sayısı 550'ya çıkmıştı, 1984'e gelindiğinde ise neredeyse iki katına çıkarak 940 hosta ulaşmıştı. –1987'de faaliyete başlayan ve resmî olarak 1989'da İtalya'da kurulan Sublink Network, e-posta ve haber gruplarından gelen mesajların İtalyan nodelarına dağıtımı için kullandığı ağ UUCP'ydi. Aynı anda 100'e yakın node birbiriyle haberleşebiliyordu. Sublink Network, İnternet teknolojilerinin kitleler tarafından kullanımının mümkün olduğunu ortaya koyan ilk örneklerdendi.
1973-1990ː Ağların Birleştirilmesi ile İnternet'in Yaratılması
Bu dönem, günümüzün küresel İnternet'inin temellerinin atıldığı ve farklı bilgisayar ağlarının birleştirilmesiyle oluşturulan iletişim ağı olan İnternet'in doğuşunu temsil eder.
ARPANET ve İlk Adımlar (1973-1980): İnternet'in öncüsü olan ARPANET, 1973'te Amerika'da Advanced Research Projects Agency (ARPA) tarafından başlatıldı. ARPANET, bilgisayarlar arasında veri iletimini mümkün kılan ilk büyük ölçekli bilgisayar ağıydı. Bu dönemde, ARPANET üzerinde TCP (Transmission Control Protocol) adlı protokol geliştirildi.
TCP/IP Protokolü: 1980 yılında, ARPANET ve diğer bilgisayar ağları için tasarlanan TCP/IP (Transmission Control Protocol/Internet Protocol) protokolü standart hale geldi. TCP/IP, bilgisayarlar arasında güvenilir veri iletimini sağlayan temel bir taşıma protokolüydü. Bu, farklı ağların birbirine bağlanmasını kolaylaştırdı ve İnternet'in temelini oluşturdu.
Uluslararası Genişleme (1980'ler): 1980'lerin ortalarına gelindiğinde, TCP/IP protokolü dünya genelindeki farklı bilgisayar ağları arasında standart haline gelmeye başladı. Bu, İnternet'in uluslararası boyutlara ulaşmasını mümkün kıldı.
Web'in Doğuşu (1990): 1990 yılında, Tim Berners-Lee tarafından geliştirilen World Wide Web (WWW), TCP/IP üzerine kuruldu ve web tabanlı içeriklerin paylaşılmasını kolaylaştırdı. Bu, İnternet'in daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaşmasını hızlandırdı.
Kapanan ARPANET (1990): ARPANET, 1990 yılında resmi olarak kapatıldı, ancak İnternet'in gelişimine büyük katkıda bulunmuştu.
Bu dönem, bilgisayar ağlarının birbirine bağlanarak İnternet'in temellerinin atıldığı ve dünya genelindeki iletişimi devrimleştiren bir dönem olarak kabul edilir. TCP/IP protokolü, bu ağların birleştirilmesinde kilit bir rol oynadı ve modern İnternet'in oluşturulmasının temelini attı. Bu tarihsel süreç, İnternet'in evrimindeki kritik adımlardan biriydi ve günümüzdeki küresel İnternet'in temellerini oluşturdu.
1990–2003: Küresel İnternetin Yükselişi ve Web 1.0
Başlangıçta, internetin temeli olan ağlar, esasen devlet ve kamu kurumlarının kullanımı için tasarlanmıştı. Ticari kullanım yasaklanmıştı, ancak “ticari kullanım”ın tam anlamı belirsiz ve yoruma açıktı. UUCPNet ve X.25 IPSS gibi ağlar ticari kısıtlamalara tabi değildi. Bu, daha sonra UUCPNet’in ARPANET ve NSFNET bağlantılarında kullanılmasının resmi olarak yasaklanmasına yol açtı.
1980'lerin sonlarında, ilk internet servis sağlayıcıları (ISP) ortaya çıkmaya başladı. PSINet, UUNET, Netcom ve Portal Software gibi şirketler, bölgesel araştırma ağlarına hizmet vermek ve halkın kullanımına UUCP tabanlı e-posta ve Usenet Haberleri sağlamak amacıyla kuruldu. 1989'da MCI Mail, internete deneysel bir geçit erişimi alan ilk ticari e-posta sağlayıcısı oldu. Aynı yıl ABD’de ilk ticari çevirmeli ISP olan The World açıldı.
1992’de, ABD Kongresi Bilim ve İleri Teknoloji Yasası'nı kabul ederek, NSFNET'in ticari ağlarla bağlantı kurmasına izin verdi. Bu yasa, araştırma ve eğitim topluluklarının ticari olmayan ağlara erişimini desteklerken ticari ağlarla bağlantı kurulmasına da imkan tanıdı. Ancak, bu durum araştırma ve eğitim topluluklarında ve ticari ağ sağlayıcılarında bazı tartışmalara neden oldu. Araştırma topluluğu, ticari kullanımın ağın ihtiyaçlarına yanıt verme kapasitesini azaltacağından endişe ederken, ticari sağlayıcılar, devlet desteğinin bazı kuruluşlara haksız avantaj sağladığını düşünüyordu.
1990 yılına gelindiğinde, ARPANET’in hedefleri yerine getirilmişti ve yeni ağ teknolojileri bu projenin kapsamını aşmıştı. PSINet, Alternet, CERFNet ve ANS CO+RE gibi yeni ağ hizmet sağlayıcıları, ticari müşterilere ağ erişimi sağlamaya başladı. NSFNET artık internetin ana omurgası veya bağlantı noktası değildi. Commercial Internet eXchange (CIX), Metropolitan Area Exchanges (MAEs) ve daha sonra Network Access Points (NAPs), birçok ağın birbiriyle bağlantı kurduğu ana noktalar haline geldi. 30 Nisan 1995’te, Ulusal Bilim Vakfı’nın NSFNET Backbone Service için sağladığı desteğin sona ermesiyle internet üzerindeki son ticari trafik kısıtlamaları kaldırıldı. NSF, NAP’lere ilk destek sağladı ve bölgesel araştırma ağlarının ticari ISP’lere geçiş yapabilmesi için geçici destek sundu. Ayrıca, ABD'deki süper bilgisayar merkezlerine ve araştırma ağlarına hizmet vermeye devam eden Very High Speed Backbone Network Service (vBNS) projesini de finanse etti.
11 Ocak 1994'te, UCLA'nın Royce Hall’unda düzenlenen Süper Otoyol Zirvesi (Superhighway Summit), internetin tüm önemli endüstri, devlet ve akademi liderlerini bir araya getiren ilk halka açık konferans oldu. Bu etkinlik, Bilgi Süper Otoyolu ve onun toplumsal etkileri hakkında ulusal bir diyaloğun da başlangıcıydı.
İnternet Kullanımının Kitleselleşmesi
İnternetin, akademik ve araştırma kurumları arasında bir ağlar ağı olarak kullanılmasının ardından, Tim Berners-Lee'nin CERN'de icat ettiği World Wide Web (WWW), internetin sosyal ve ticari amaçlarla geniş kesimlere ulaşmasını sağladı. Web, 1991'de halka açıldı ve 1993-94 yıllarında günlük kullanım için erişilebilir olan ilk web siteleri ortaya çıkmaya başladı.
İnternetin halka açık olduğu ilk on yıl boyunca, 2000’lerde meydana gelecek büyük değişiklikler henüz emekleme aşamasındaydı. Mobil cihazlar, bugünkü gibi yaygın değildi; daha çok iş amaçlı kullanılan bu cihazlar, ailelerde anne babalar veya çocuklar tarafından günlük hayatın bir parçası haline gelmemişti. Modern anlamda sosyal medya henüz ortaya çıkmamıştı, dizüstü bilgisayarlar hantal ve çoğu evde bilgisayar yoktu. Veri hızları oldukça yavaştı ve insanların video çekip dijital ortama aktarması zordu; medya depolama, yavaş yavaş analog kasetlerden dijital optik disk (DVD) gibi ortamlara geçiyordu.
Web 1.0 olarak bilinen bu dönemin tipik tasarım özellikleri arasında, statik HTML sayfaları, veritabanları yerine dosya sistemlerinden sunulan içerikler, sayfa düzeni için çerçeveler ve tablolar gibi HTML 3.2 yapıları, çevrimiçi misafir defterleri, abartılı GIF butonları ve genellikle e-posta yoluyla gönderilen HTML formlar yer alıyordu. Dinamik programlama dilleriyle yazılmış bir web uygulaması yerine Server Side Includes veya CGI kullanımı yaygındı ve çoğu geri bildirim e-posta ile sağlanıyordu, çünkü sunucu tarafı betik desteği paylaşımlı sunucularda nadirdi.
1997 ile 2001 yılları arasında, internetle ilgili ilk spekülatif yatırım balonu yaşandı. "Dot-com" şirketleri (".com" uzantısına sahip ticari şirketler), yatırımcıların hızla yükselttiği hisse değerleri nedeniyle olağanüstü yüksek değerlere ulaştı ve ardından piyasa çöktü. Bu ilk dot-com balonu, büyümeyi kısa süreliğine yavaşlatsa da, internetin hızlı gelişimine ve toplumsal önem kazanmasına engel olamadı.
Bu dönemde, e-posta listeleri, elektronik posta, harita oluşturma ve dağıtım (örneğin MapQuest gibi araçlarla), e-ticaret ve erken dönem çevrimiçi alışveriş siteleri (Amazon, eBay gibi), çevrimiçi forumlar ve duyuru panoları, kişisel web siteleri ve bloglar gibi hizmetler yaygın olarak kullanılıyordu. Bu dönemin internet sistemleri, günümüz standartlarına göre statik ve sosyal etkileşimi sınırlıydı. 2000’lerin başlarında gerçekleşen bazı olaylar, internetin bir iletişim teknolojisinden küresel toplumun altyapısının ana unsurlarından biri haline gelmesinin önünü açtı.
World Wide Web’in yaklaşık 2004 yılına kadar süren tarihi, geriye dönük olarak "Web 1.0" dönemi olarak adlandırıldı ve tanımlandı.
IPv6
IPv4 adreslerinin tükenmesi sürecinin son aşamasında, son IPv4 adres bloğu Ocak 2011'de bölgesel internet kayıt merkezleri seviyesinde tahsis edildi. IPv4, 32-bit adres yapısı kullanır ve bu durum, adres alanını 232, yani 4,294,967,296 adresle sınırlar. IPv4'ün yerine geçmesi planlanan yeni nesil IPv6, 128-bit adresler kullanır ve bu da 2128, yani 340,282,366,920,938,463,463,374,607,431,768,211,456 adres sağlar; bu, IPv4'e kıyasla çok daha büyük bir adres alanıdır. IPv6’ya geçişin tamamlanmasının uzun bir süre alması beklenmektedir.
2004–Günümüz: Web 2.0, Küresel Yaygınlık ve Sosyal Medya Dönemi
2005-2010 yılları arasında gerçekleşen hızlı teknik ilerlemeler, interneti toplumsal bir sistem haline getirerek insan etkileşimlerini köklü bir şekilde dönüştürdü. Bu değişim, Nesnelerin İnterneti (IoT) cihazlarının 2000’lerin sonlarına doğru dünya nüfusunu aşmasıyla aynı döneme denk geldi. Bu dönemin başlıca gelişmeleri şunlardı:
Web 2.0'ın Doğuşu: 2004 yılında "Web 2.0" terimi, kullanıcıların yalnızca içerik tüketicisi olmaktan çıkıp içerik üreticisi haline gelmesi anlamında popülerleşti (ilk olarak 1999'da önerilmişti).
Evlerde Donanım Erişiminin Artması: Bilgisayar gibi gerekli donanımların yaygınlaşması ve kullanımı hızla arttı, evlerde bilgisayar sahibi olma oranı hızlandı.
Depolama ve Veri Erişim Hızlarındaki Artış: Sabit diskler, eski ve daha küçük kapasiteli disketlerin yerini alarak megabayt düzeyinden gigabayt ve 2010'lara doğru terabayt seviyesine ulaştı. RAM miktarı yüzlerce kilobayttan gigabaytlara yükseldi ve Ethernet, hızını kilobitlerden saniyede onlarca megabite, ardından gigabit seviyesine çıkardı. Bu gelişmeler, TCP/IP destekli veri aktarım hızlarını büyük ölçüde artırdı.
Yüksek Hızlı İnternet ve Artan Kapsama Alanı: Daha geniş coğrafi alanlarda daha düşük fiyatlarla yüksek hızlı internet erişimi sağlanarak daha fazla noktadan daha güvenilir ve yüksek veri hızlarına ulaşmak mümkün hale geldi.
Bilgisayarların Yeni İletişim Araçları Yaratma Potansiyeline Artan İlgi: Bilgisayarların iletişimde sunduğu yenilikler, sosyal medya platformlarının yükselişiyle birlikte daha görünür hale geldi. Twitter, Facebook ve Wikipedia gibi platformlar, internetin bilgi paylaşımı, iletişim ve iş birliği alanında dönüşüm yaratmasını sağladı.
Mobil Cihaz Devrimi: Akıllı telefon ve tabletlerin yaygınlaşması, her yaş grubundan insanın günlük hayatında interneti sürekli erişilebilir hale getirdi. Kullanıcılar interneti paylaşmak, tartışmak, güncellemek, bilgi sorgulamak ve yanıtlamak için aktif olarak kullanmaya başladı.
Daha Büyük, Güvenilir ve Uygun Fiyatlı Kalıcı Bellek: Kalıcı belleğin (Non-volatile RAM) hızla büyüyen kapasitesi ve artan güvenilirliği sayesinde yüksek seviyede bilgi işleme kabiliyetine sahip mobil cihazlar ortaya çıktı; ayrıca SSD’ler de yaygınlaştı.
Enerji Verimli İşlemci ve Cihaz Tasarımına Odaklanma: Yüksek işlem gücü yerine enerji verimliliğine odaklanma, özellikle mobil ve gömülü cihazlarda ARM mimarisi’nin yükselmesine yol açtı. 1980’lerden beri düşük maliyetli ve güçlü mikroişlemciler üzerinde çalışan İngiltere merkezli ARM, mobil cihaz pazarında hızlı bir şekilde hakimiyet kazandı.
Bu gelişmeler, interneti küresel toplumun günlük yaşamında önemli bir yer edinmiş, sürekli erişilebilir ve etkileşimli bir platform haline getirdi. Web 2.0, interneti sadece bilgi tüketilen bir araçtan, kullanıcıların katkıda bulunduğu, içerik ürettiği ve etkileşim kurduğu bir toplumsal ekosisteme dönüştürdü.
Web 2.0
"Web 2.0" terimi, kullanıcıların içerik üretimine, kullanıcılar arası etkileşime, kullanım kolaylığına ve sitelerin birbirleriyle entegre çalışabilmesine vurgu yapan web sitelerini tanımlar. Bu kavram ilk kez 1999 yılında elektronik bilgi tasarım danışmanı Darcy DiNucci tarafından "Fragmented Future" adlı makalesinde ortaya atıldı. DiNucci, Web’in geleceğini şu şekilde öngörüyordu:
"Şu an tanıdığımız, esasen statik ekranlarla tarayıcı pencerelerine yüklenen Web, geleceğin sadece bir embriyosu. Web 2.0'ın ilk belirtileri belirmeye başladı ve bu embriyonun nasıl gelişeceğini yavaş yavaş görmeye başlıyoruz. Web, ekranlarda metin ve grafik yığınları olarak değil, etkileşimin gerçekleştiği bir taşıma mekanizması olarak anlaşılacak. Bilgisayar ekranınızda, televizyonunuzda, arabanızın göstergesinde, cep telefonunuzda, el oyun cihazlarınızda hatta belki mikrodalga fırınınızda bile görünecek."
Terim, 2002-2004 yılları arasında tekrar popülerlik kazandı ve 2004'te Tim O'Reilly ve Dale Dougherty’nin ilk Web 2.0 Konferansı’nda yaptıkları sunumlarla öne çıktı. John Battelle ve Tim O'Reilly, açılış konuşmalarında Web 2.0’ı "Web bir Platform" olarak tanımladılar ve yazılım uygulamalarının masaüstünden ziyade web üzerinde inşa edildiğini vurguladılar. Bu geçişin benzersiz yönü, kullanıcıların kendi içeriklerini oluşturarak işletmelere değer katmalarıydı. Kullanıcıların fikirler, metinler, videolar veya görseller gibi içerikler üreterek katkı sağlamalarının bir iş modeli olarak değerlendirilebileceğini savundular.
Web 2.0 herhangi bir teknik güncellemeden ziyade, web sayfalarının oluşturulma ve kullanılma biçimindeki değişiklikleri ifade eder. Bu yaklaşım, kullanıcıların içerik üreticisi olarak birbirleriyle sosyal medya diyalogları içinde etkileşimde bulunmalarını sağlar. Web 2.0, kullanıcıların içerikleri pasif bir şekilde izlemekle sınırlı olduğu Web 1.0’dan farklı olarak, sosyal ağlar, bloglar, wikiler, folksonomi, video paylaşım siteleri, barındırma hizmetleri, web uygulamaları ve mashup’lar gibi etkileşimli ve katılımcı platformlar sunar. Terry Flew, "New Media" adlı kitabının üçüncü baskısında Web 1.0 ile Web 2.0 arasındaki farkı şu sözlerle açıklamıştır:
"[Kişisel web sitelerinden bloglara ve blog site toplanmasına, yayınlamadan katılıma, büyük yatırımlarla oluşturulan web içeriğinden sürekli ve etkileşimli bir sürece, içerik yönetim sistemlerinden etiketlemeye (folksonomi) dayalı bağlantılara geçiş.]"
Bu dönemde, topluluk odaklı faaliyetleriyle öne çıkan birçok platform geniş kitlelere ulaştı; YouTube, Twitter, Facebook, Reddit ve Wikipedia bu platformlara örnektir. Web 2.0, kullanıcıların içerik yaratıcıları olarak aktif rol oynadığı bir dijital ekosistem yarattı.
Telefon Ağlarının VoIP’e Geçişi
Telefon sistemleri, 2003 yılından bu yana yavaş yavaş Voice over IP (VoIP) teknolojisine geçiş yapmaya başladı. İlk deneyler, sesin dijital paketlere dönüştürülüp internet üzerinden iletilebileceğini kanıtladı. Bu süreçte, ses sinyalleri dijital veri paketleri olarak gönderiliyor, ardından bu paketler bir araya getirilip analog sese dönüştürülerek karşı tarafta tekrar işitilebilir hale getiriliyor. Bu dönüşüm, internet tabanlı telefon hizmetlerini yaygınlaştırdı ve geleneksel telefon ağlarına kıyasla daha esnek ve maliyet etkin bir çözüm sundu.
Mobil Devrim
Web 2.0 ile aynı dönemde başlayan ancak kısa sürede hız kazanan mobil devrim, internetin kullanım şeklini büyük ölçüde değiştirdi. Akıllı telefonlar, insanların sürekli yanlarında taşıdıkları, iletişim kurdukları, fotoğraf ve video çekip anında paylaştıkları, alışveriş yaptıkları ve bilgi aradıkları cihazlar haline geldi. Bu cihazlar, bilgisayarların masa başında sabit bir şekilde kullanılmasından, hareket halindeyken kullanılan sosyal araçlara dönüşümünü sağladı.
Mobil devrimle birlikte konum tabanlı hizmetler, sensör verisi kullanan uygulamalar ve kitle kaynak kullanımı (genellikle ama her zaman konum tabanlı olmasa da) yaygınlaştı. Paylaşımların konum etiketiyle yapılması ve birçok web sitesinin konum bilgisi kullanarak kişiye özel hizmet sunması, bu değişimin önemli parçalarıydı. Ayrıca, mobil cihazlar için özel olarak tasarlanmış "m.website.com" gibi mobil odaklı siteler yaygın hale geldi.
Bu aşamada internet gelişimini destekleyen unsurlar arasında netbook ve ultrabook cihazlar, geniş kapsamlı 4G ve Wi-Fi ağları, masaüstü bilgisayarların güç seviyesine yakın performans sunabilen ancak düşük enerji tüketen mobil işlemciler yer aldı. Bu dönemde "App" (uygulama) ve "App Store" (uygulama mağazası) terimleri de hayatımıza girdi.
Mobil devrim, insanlara her an neredeyse sınırsız bilgiye erişme imkanı sundu. Akıllı telefonlardan internet erişiminin yaygınlaşması, medya tüketim alışkanlıklarını değiştirdi. Medya tüketim istatistiklerine göre, 18-34 yaş arası bireyler arasında medya tüketiminin yarısından fazlası akıllı telefonlar aracılığıyla gerçekleşti.
Dış Uzay Ağı
Dünya Yörüngesinde İnternet Bağlantısı: İlk internet bağlantısı, 22 Ocak 2010’da astronot T.J. Creamer'ın Uluslararası Uzay İstasyonu'ndan (ISS) doğrudan Twitter hesabına gönderdiği güncellemeyle sağlandı.[12] Bu, internetin uzaya genişlemesinin ilk adımı olarak kabul edildi. (ISS’deki astronotlar daha önce e-posta ve Twitter kullanmışlardı, ancak bu mesajlar NASA’nın veri bağlantısı aracılığıyla yerden gönderiliyordu.) NASA, Crew Support LAN adı verilen kişisel web erişimi için uzay istasyonunun yüksek hızlı Ku band mikrodalga bağlantısını kullanıyor. Astronotlar, yerden bir masaüstü bilgisayarı kontrol edebiliyor, VoIP donanımıyla aileleri ve arkadaşlarıyla iletişim kurabiliyor.[13]
Dünya Dışı Araçlarla İletişim: Dünya yörüngesinin ötesindeki uzay araçlarıyla iletişim, genellikle NASA'nın Deep Space Network (Derin Uzay Ağı) üzerinden nokta-nokta bağlantılarla sağlanıyordu ve bu bağlantılar manuel olarak planlanmak zorundaydı. 1990’ların sonlarında NASA ve Google, bu süreci otomatik hale getirmek için Gecikme Toleranslı Ağ (DTN) protokolünü geliştirmeye başladı. DTN, uzay araçlarının Ay veya gezegenlerin arkasında kaldığında ya da uzaydaki hava olayları nedeniyle bağlantının kesildiğinde veri paketlerini tekrar göndermeyi sağlar. Bu, standart TCP/IP protokolünün aksine, veri kaybını azaltır. NASA, Kasım 2008’de ilk "derin uzay internet" saha testini gerçekleştirdi.
Disruption-Tolerant Networking (DTN) Testleri: Mart 2009’dan itibaren ISS ile Dünya arasında DTN tabanlı iletişim testleri yapıldı ve Mart 2014’e kadar devam etmesi planlandı. Bu teknoloji, gelecekte çok sayıda uzay aracının bir arada görev yaptığı, uzay araçları arası güvenilir iletişimin Dünya bağlantısından öncelikli olduğu misyonlarda kullanılabilir.[14]
Google’dan Vint Cerf’in Şubat 2011’deki açıklamasına göre, Bundle protokolleri NASA’nın EPOXI görevi kapsamında Güneş yörüngesindeki bir uzay aracına yüklendi ve yaklaşık 80 ışık saniyesi uzaklıktan Dünya ile iletişim kurmak için başarıyla test edildi. Bu teknoloji, gelecekteki uzay görevlerinde çok araçlı ağların gelişimini sağlayacak.
Starlink
Starlink, SpaceX tarafından geliştirilen bir uydu internet hizmeti projesidir. Proje, internet erişimini uzak veya kırsal bölgelerde, altyapı eksikliği olan yerlerde ve dünya genelinde daha geniş bir kullanıcı kitlesine ulaştırmayı hedefler. Dünya genelinde internet erişimini artırmayı amaçlayan birçok projeden biridir. Özellikle yüksek nüfuslu ve altyapı eksikliği olan bölgelerde internet erişimini iyileştirme potansiyeli taşır.
İnternetin Merkezi Olmayan Yapısı ve Yönetimi
İnternet, gönüllü olarak birbirine bağlı ve özerk ağlardan oluşan, küresel bir ağ olarak, merkezi bir yönetim organı olmaksızın çalışır.
Her bir ağ, Internet Engineering Task Force (IETF) tarafından geliştirilen teknik standartlardan istediği teknolojileri ve protokolleri kullanmakta serbesttir. Ancak, birçok ağın başarılı bir şekilde birlikte çalışabilmesi için bazı parametrelerin ağ genelinde ortak olması gerekir. Bu tür parametreleri yönetmek için, Internet Assigned Numbers Authority (IANA), çeşitli teknik tanımlayıcıların tahsis edilmesi ve atanmasını denetler. Ayrıca, Internet Corporation for Assigned Names and Numbers (ICANN), İnternetin iki ana isim alanı olan Internet Protokol (IP) adres alanı ve Alan Adı Sistemi (DNS) için gözetim ve koordinasyon sağlar.
NIC, InterNIC, IANA ve ICANN
IANA fonksiyonu başlangıçta, Kaliforniya'daki USC Information Sciences Institute (ISI) tarafından yerine getiriliyordu ve sayısal ağ ve otonom sistem tanımlayıcıları ile ilgili bazı sorumluluklar, Kaliforniya, Menlo Park'ta bulunan Stanford Research Institute (SRI International)'daki Network Information Center (NIC)'e devredilmişti. ISI'daki Jonathan Postel, 1998'deki ölümüne kadar IANA'yı yönetmiş, RFC Editörü olarak görev yapmış ve diğer önemli rolleri üstlenmiştir.
ARPANET'in büyümesiyle birlikte, bilgisayarlar isimlerle anılmaya başlandı ve SRI International, ağdaki her bir bilgisayara gönderilen bir HOSTS.TXT dosyasını dağıtıyordu. Ağ genişledikçe bu yöntem pratik olmaktan çıktı. Bu soruna teknik bir çözüm olarak, Alan Adı Sistemi (DNS) geliştirildi. 1983 yılında ISI'den Paul Mockapetris tarafından tasarlanan DNS, isimleri IP adreslerine dönüştürmeyi kolaylaştırdı. Savunma Verileri Ağı - Ağ Bilgi Merkezi (DDN-NIC), bu süreçte kayıt hizmetlerini, .mil, .gov, .edu, .org, .net, .com ve .us gibi üst düzey alan adları (TLD'ler) dahil olmak üzere, ABD Savunma Bakanlığı'nın sözleşmesi altında yönetiyordu. 1991'de, Savunma Bilgi Sistemleri Ajansı (DISA), SRI tarafından yönetilen DDN-NIC'in yönetimini, Government Systems, Inc.'e verdi ve bu şirket, görevlerini bir özel sektör firması olan Network Solutions, Inc.'e devretti.
İnternetin kültürel çeşitliliğinin artması, IP adreslerinin merkezi yönetimi için zorluklar oluşturdu. Ekim 1992'de, IETF, "internetin büyümesi ve küreselleşmesi"ni tanımlayan RFC 1366'yı yayımladı. Bu belge, IP kayıt sürecinin, bölgesel bir modelle evrilmesi gerektiğini vurguladı ve her coğrafi bölge için tek bir internet numara kaydının bulunması gerektiğini belirtti. Bu kayıtlar, "tarafsız ve bölgedeki ağ sağlayıcıları ve aboneleri tarafından geniş çapta tanınır" olmalıydı. İlk Bölgesel İnternet Kayıt Merkezi (RIR), Mayıs 1992'de RIPE Network Coordination Centre (RIPE NCC) olarak kuruldu. İkinci RIR, Asia Pacific Network Information Centre (APNIC), 1993'te Tokyo'da kuruldu.
Bu dönemde, internetin büyümesi ağırlıklı olarak askeri olmayan kaynaklardan geldiği için, Savunma Bakanlığı, .mil TLD'si dışındaki kayıt hizmetlerini finanse etmeyi bıraktı. 1993 yılında, ABD Ulusal Bilim Vakfı (NSF), adres tahsislerinin ve adres veritabanlarının yönetimi için InterNIC'i kurdu ve bu görevleri üç kuruma verdi: Network Solutions kayıt hizmetlerini, AT&T rehber ve veritabanı hizmetlerini, General Atomics ise bilgi hizmetlerini sağladı.
Zamanla, IANA, IETF, RIPE NCC, APNIC ve Federal Networking Council (FNC) ile yapılan danışmalar sonucunda, alan adlarının yönetiminin IP numaralarının yönetiminden ayrılması gerektiği kararlaştırıldı. RIPE NCC ve APNIC örneklerine dayanarak, InterNIC tarafından yönetilen IP adres alanının, kullanıcılar tarafından yönetilmesi önerildi. Bu çerçevede, 1997 yılında, bağımsız bir kar amacı gütmeyen kuruluş olarak American Registry for Internet Numbers (ARIN) kuruldu.
1998'de, hem IANA hem de DNS ile ilgili kalan InterNIC işlevleri, ABD Ticaret Bakanlığı tarafından sözleşmeli bir Kaliforniya kar amacı gütmeyen kuruluş olan ICANN'ın kontrolü altına alındı. ICANN, internetin iki ana isim alanı (DNS isimleri ve IP adresleri) için teknik koordinasyonu üstlendi ve IANA ile birlikte çalışarak internetin yönetimini yürütmeye devam etti. İnternet adres alanının yönetimi, RIR'lerin kontrolünde kaldı ve bu kayıtlar, ICANN yapısı içinde destekleyici bir organizasyon olarak tanımlandı. ICANN, DNS sisteminin merkezi koordinasyonunu sağlamakta ve her bir üst düzey alan adını yönetmek üzere rekabet eden kayıt hizmet sağlayıcıları arasındaki politika koordinasyonunu yürütmektedir.
Internet Engineering Task Force (IETF)
Internet Engineering Task Force (IETF), internetin teknik gelişimine yön veren birkaç bağımsız grubun en büyük ve en görünür olanıdır. Bu gruplar arasında Internet Architecture Board (IAB), Internet Engineering Steering Group (IESG) ve Internet Research Task Force (IRTF) bulunur.
IETF, internet teknolojilerinin gelişimi ve evrimine katkıda bulunan uluslararası gönüllülerden oluşan, esnek bir şekilde organize olmuş bağımsız bir gruptur. Yeni internet standartlarının geliştirilmesinde ana sorumluluğu üstlenen yapı olarak bilinir. IETF’in çalışmaları çoğunlukla Çalışma Grupları etrafında organize edilir. Bu çalışma gruplarının standartlaştırma çabaları, internet topluluğu tarafından genellikle kabul edilse de, IETF’in internet üzerinde herhangi bir kontrol veya denetleme yetkisi yoktur.
IETF, 1986 yılının Ocak ayında ABD hükümeti tarafından fonlanan araştırmacıların katıldığı üç aylık toplantılardan doğdu. Ekim 1986’daki dördüncü toplantıya hükümet dışı temsilciler de davet edildi. Şubat 1987’deki beşinci toplantıda Çalışma Grupları konsepti tanıtıldı. Temmuz 1987’de yapılan yedinci toplantı, 100’den fazla katılımcıyla gerçekleştirilen ilk toplantı oldu. 1992’de, profesyonel üyelik topluluğu olan Internet Society (ISOC) kuruldu ve IETF, bağımsız uluslararası bir standartlar organı olarak ISOC altında faaliyet göstermeye başladı. ABD dışında gerçekleştirilen ilk IETF toplantısı, Temmuz 1993’te Hollanda’nın Amsterdam şehrinde yapıldı. Günümüzde, IETF yılda üç kez toplanmakta olup, katılımcı sayısı 2.000 kişiye kadar çıkabilmektedir. Genellikle IETF toplantılarının üçte biri Avrupa veya Asya’da yapılmaktadır. ABD’de yapılan toplantılarda bile katılımcıların yaklaşık %50’si ABD dışından gelmektedir.
IETF, bir tüzel kişilik değildir; bir yönetim kurulu, üyeleri veya aidat sistemi yoktur. IETF’e üye olmanın en yakın karşılığı, bir IETF veya Çalışma Grubu’nun e-posta listesine kayıtlı olmaktır. IETF gönüllüleri, dünyanın dört bir yanından ve internet topluluğunun farklı alanlarından gelirler. IETF, Internet Engineering Steering Group (IESG) ve Internet Architecture Board (IAB) denetiminde ve bu kuruluşlarla yakın bir işbirliği içinde çalışır. IAB'nin genel denetiminde yer alan Internet Research Task Force (IRTF) ve Internet Research Steering Group (IRSG) ise, daha uzun vadeli araştırma konularına odaklanır.
RFC’ler
RFC’ler (Request for Comments), IAB (Internet Architecture Board), IESG (Internet Engineering Steering Group), IETF (Internet Engineering Task Force) ve IRTF (Internet Research Task Force) gibi internet standartları üzerinde çalışan kurumların ana dokümantasyon kaynağıdır. Başlangıçta, “yorum talepleri” olarak planlanan ilk RFC, RFC 1 "Host Software" (Ana Bilgisayar Yazılımı) adıyla Steve Crocker tarafından 1969 yılında UCLA'da yazıldı. Bu teknik bildirimler, ARPANET’in geliştirilmesine yönelik çeşitli unsurları belgeliyordu ve ilk RFC Editörü olan Jon Postel tarafından düzenlendi.
RFC’ler, önerilen standartlardan, taslak ve tam standartlara, en iyi uygulamalardan, deneysel protokollere, tarihsel bilgilerden diğer bilgilendirici konulara kadar geniş bir yelpazede bilgi içerir. RFC’ler bireyler veya bireylerden oluşan gayri resmi gruplar tarafından yazılabilse de, çoğu resmi bir Çalışma Grubu’nun ürünüdür. Taslaklar, IESG’ye bireyler veya Çalışma Grubu Başkanı tarafından sunulur. IAB tarafından atanan, IANA’dan bağımsız bir RFC Editörü, IESG ile birlikte çalışarak taslakları alır, düzenler, formatlar ve yayımlar. Bir RFC yayımlandıktan sonra asla revize edilmez. Eğer içeriğindeki standart değişirse veya bilgi güncelliğini yitirirse, güncellenmiş standart veya bilgi yeni bir RFC olarak yeniden yayımlanır ve orijinal RFC “kullanım dışı” bırakılır.
Internet Society (ISOC)
Internet Society (ISOC), 1992 yılında kurulan uluslararası bir kar amacı gütmeyen kuruluştur. Amacı, internetin tüm dünyadaki insanların yararına olacak şekilde açık bir biçimde gelişimini, evrimini ve kullanımını sağlamaktır. Amerika Birleşik Devletleri’nde Washington, DC yakınlarında ve İsviçre’nin Cenevre kentinde ofisleri bulunan ISOC, 80’den fazla kurumsal ve 50.000’den fazla bireysel üyeye sahiptir. Üyeler, coğrafi konuma veya ortak ilgi alanlarına göre bir araya gelerek “şube” olarak adlandırılan gruplar oluşturur. Dünya çapında 90'dan fazla ISOC şubesi bulunmaktadır.
ISOC, internetin standartlarını belirleyen kuruluşlar için mali ve organizasyonel destek sağlar ve bu kuruluşların çalışmalarını teşvik eder. Bu kuruluşlar arasında Internet Engineering Task Force (IETF), Internet Architecture Board (IAB), Internet Engineering Steering Group (IESG) ve Internet Research Task Force (IRTF) yer alır. ISOC, ayrıca internetin açık, şeffaf süreçlere ve uzlaşmaya dayalı karar alma modelinin anlaşılması ve takdir edilmesi için çalışmalar yürütür.
Internet Society (ISOC) ve 21. Yüzyılda İnternetin Küresel Yönetişimi
1990’lardan itibaren internetin yönetimi ve organizasyonu, hükümetler, ticaret, sivil toplum ve bireyler için küresel anlamda önem kazandı. İnternetin bazı teknik yönlerini kontrol eden kuruluşlar, eski ARPANET’in denetim işlevini devralmış ve internetin günlük teknik işleyişinde karar alıcı konumuna gelmişlerdi. İnternetin belirli alanlarında yönetici olarak kabul edilseler de, bu kuruluşların yetkileri sınırlıydı ve giderek artan uluslararası denetim ve itirazlara tabiydi. Bu itirazlar, 2000 yılında ICANN’in (Internet Corporation for Assigned Names and Numbers) önce Güney Kaliforniya Üniversitesi ile olan bağlarını koparmasına, ardından 2009 yılında ABD hükümetiyle olan uzun süreli anlaşmalarını sonlandırarak özerklik kazanmasına yol açtı. Ancak, ABD Ticaret Bakanlığı ile bazı sözleşmesel yükümlülükleri devam etti. Son olarak, 1 Ekim 2016’da ICANN, ABD Ticaret Bakanlığı’na bağlı Ulusal Telekomünikasyon ve Bilgi İdaresi (NTIA) ile olan sözleşmesini sona erdirdi ve internetin denetimi küresel internet topluluğuna devredildi.
Internet Engineering Task Force (IETF), Internet Society’nin finansal ve organizasyonel desteğiyle internetin geçici standartlar organı olarak hizmet vermeye ve Request for Comments (RFC) yayınlamaya devam ediyor.
Kasım 2005’te Tunus’ta düzenlenen Bilgi Toplumu Üzerine Dünya Zirvesi (WSIS), Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından bir İnternet Yönetişim Forumu (IGF) oluşturulması çağrısında bulundu. IGF, hükümetleri, özel sektörü, sivil toplumu ve teknik-akademik toplulukları temsil eden paydaşlar arasında internetin geleceği hakkında süregelen, bağlayıcı olmayan bir diyalog başlattı. İlk IGF toplantısı Ekim/Kasım 2006'da yapıldı ve sonrasında her yıl düzenli olarak devam etti. WSIS’ten bu yana, “internet yönetişimi” terimi, dar teknik meselelerin ötesine geçerek internetle ilgili çok daha geniş politika konularını kapsar hale geldi.
İnternetin mucidi olan Tim Berners-Lee, webin geleceğine dair tehditlerden endişe duymaya başladı ve Kasım 2009’da Washington DC’deki IGF’de World Wide Web Foundation’ı (WWWF) kurarak, webin insanlık için güvenli ve güçlendirici bir araç olması gerektiğini savunan bir kampanya başlattı. Kasım 2019’da Berlin’de düzenlenen IGF’de, Berners-Lee ve WWWF, “Web İçin Sözleşme” kampanyasını başlattı. Bu girişim, hükümetleri, şirketleri ve vatandaşları, webin kötüye kullanılmasını önlemek adına dokuz ilkeye uymaya teşvik ediyor. Berners-Lee’nin uyarısı ise oldukça netti: “Eğer şimdi harekete geçmez ve birlikte hareket etmezsek, webin kötü niyetli kişilerce istismar edilmesini, bölünme ve zayıflatma amaçları için kullanılmasını önleyemez, insanlık için sunduğu potansiyeli boşa harcarız.”
İnternetin Evrimiː Yönetim ve Standartları Belirleyen Kuruluşların Tarihsel Gelişimi
İnternetle ilgili kuruluşları tarihsel olarak sıralandığında, kurumların gelişimlerini ve internetin evrimindeki rolleri daha iyi anlaşılabilir.
1. ARPANET (1969)
ABD Savunma Bakanlığı tarafından kurulan ilk paket anahtarlamalı ağ olan ARPANET, internetin doğrudan öncüsü olarak kabul edilir.
ARPANET, farklı bilgisayarların birbirleriyle iletişim kurmasına imkan tanıyan ve günümüzdeki internetin temelini oluşturan bağlantı modelini geliştirdi.
2. Internet Assigned Numbers Authority (IANA) (1970'ler)
ARPANET’teki sayısal tanımlayıcıları ve protokol numaralarını yönetmek amacıyla IANA fonksiyonları oluşturuldu.
IANA'nın yönetimini Kaliforniya Üniversitesi Bilgi Bilimleri Enstitüsü’nden (ISI) Jonathan Postel yürüttü.
IANA, IP adresleri, otonom sistem numaraları ve diğer internet tanımlayıcılarını yönetmekle görevlidir.
3. Internet Engineering Task Force (IETF) (1986)
IETF, ABD hükümeti tarafından finanse edilen araştırmacılarla üç aylık toplantılar olarak başladı.
İnternet standartlarının geliştirilmesinden sorumlu gönüllü bir teknik grup olarak evrildi ve daha sonra ISOC altında bir standart kuruluşu olarak görev aldı.
4. Internet Architecture Board (IAB) (1989)
İnternetin genel yapısını, protokol mimarisini ve teknik standartların yönelimlerini belirlemek için kurulan IAB, IETF’in çalışmalarını denetler.
IAB, internet mimarisi ve genel teknik yönetişimden sorumlu üst düzey bir kurul olarak faaliyet gösterir.
5. RIPE Network Coordination Centre (RIPE NCC) (1992)
IP adreslerinin dağıtımı ve bölgesel internet kayıtlarının yönetilmesi için Avrupa merkezli olarak kurulan ilk Bölgesel İnternet Kayıt Merkezi (RIR).
RIPE NCC, Avrupa, Orta Doğu ve Asya'nın bazı bölgelerinde IP adres tahsisini yürütür.
6. Internet Society (ISOC) (1992)
IETF, IAB ve diğer internet standartları belirleme kuruluşlarına mali ve organizasyonel destek sağlamak amacıyla kurulan uluslararası bir kar amacı gütmeyen kuruluş.
İnternetin açık, erişilebilir ve tüm dünyada faydalı olmasını teşvik eder.
7. Asia Pacific Network Information Centre (APNIC) (1993)
Asya-Pasifik bölgesinde internet numara kayıtlarını yönetmek için RIPE NCC modeline göre kurulan ikinci bölgesel internet kayıt merkezi.
Tokyo’da pilot proje olarak başlatıldı, daha sonra bağımsız bir RIR olarak yapılandı.
8. American Registry for Internet Numbers (ARIN) (1997)
IP adresi tahsis sürecini bölgesel bir modele taşıma sürecinin parçası olarak ABD ve Kanada’da IP adresi yönetiminden sorumlu bölgesel internet kayıt merkezi olarak kuruldu.
ABD Ulusal Bilim Vakfı’nın yönlendirmesiyle, kullanıcıların doğrudan yönetimde söz sahibi olması amacıyla kuruldu.
9. Internet Corporation for Assigned Names and Numbers (ICANN) (1998)
İnternetin iki temel isim alanını (IP adresleri ve DNS isimleri) koordine etmek amacıyla ABD Ticaret Bakanlığı ile sözleşmeli olarak Kaliforniya'da kuruldu.
ICANN, IANA işlevlerini devraldı ve DNS yönetimi ve IP adres koordinasyonu gibi teknik yönetişim görevlerini üstlendi.
10. Internet Governance Forum (IGF) (2006)
2005’teki Bilgi Toplumu Üzerine Dünya Zirvesi (WSIS) sonrası, internet yönetişimi üzerine bağlayıcı olmayan bir diyalog başlatmak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından oluşturuldu.
IGF, hükümetler, özel sektör, sivil toplum ve teknik topluluklar arasında internetin geleceği hakkında yıllık olarak süregelen bir tartışma platformu sağlar.
İnternetin Siyasallaşması
İnternetin, etkili bir kitle iletişim aracı olarak hızla büyümesi, onun siyasallaşmasına da yol açtı. Bu süreçte, bir zamanlar farklı yöntemlerle gerçekleşen toplumsal ve politik söylemler ile etkinlikler internet ortamına taşındı. Bu değişim, çeşitli siyasi faaliyetlerin dijital ortama adapte edilmesine neden oldu. Öne çıkan bazı örnekler şunlardır:
Fikir ve Görüşlerin Yayılması: Siyasi fikirlerin, görüşlerin ve ideolojilerin internet üzerinden hızla yayılması mümkün hale geldi. Sosyal medya ve bloglar, bu tür içeriklerin kolayca geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.
Destekçi Toplama ve Halkın Bir Araya Gelmesi: Fikirleri, ürünleri veya davaları desteklemek üzere takipçi toplama ve insanların belirli bir amaç etrafında bir araya gelmesi, internetin sunduğu araçlarla çok daha kolaylaştı. Bu, toplumsal hareketlerin internet aracılığıyla hızla örgütlenmesini sağladı.
Hassas Bilgi Paylaşımı ve İfşaat: Gizli veya hassas bilgilerin yayılması ve paylaşımı internet sayesinde hız kazandı. Ancak, bazı ülkeler, bu tür bilgilerin yayılmasını sansürleyerek kontrol altına almaya çalışıyor.
Suç Faaliyetleri ve Terörizm: İnternet, suç ve terör faaliyetleri için bir araç haline geldi. Aynı zamanda, yasa uygulayıcılar interneti gözetim ve soruşturma amacıyla kullanmaya başladı. Ancak, internetin kitlesel gözetim aracı olarak kullanılabilmesi, mahremiyet ve güvenlik tartışmalarını da beraberinde getirdi.
Siyasi Amaçlı Sahte Haberler: İnternet üzerinden yayılan sahte haberler, halkı etkileme amacı taşıyabilir ve siyasi gündemleri şekillendirebilir. Bu durum, özellikle sosyal medya üzerinden yayılan yanlış bilgilere karşı toplumsal bir hassasiyet oluşmasına yol açtı.
İnternetin siyasileşmesi, bilgi paylaşımı, sosyal örgütlenme, ve politik eylemlerin dijital ortama taşınmasıyla birlikte daha da hız kazandı. Bu süreç, internetin toplumsal etkisini artırırken, yeni güvenlik, gizlilik ve ifade özgürlüğü tartışmalarını da beraberinde getirdi.
Ağ tarafsızlığı
Ağ tarafsızlığını garanti eden bir yasal çerçeve bulunmamaktadır.
Ağ Tarafsızlığı, internet hizmet sağlayıcılarının (ISP) tüm internet trafiğine eşit davranmasını, içerik sağlayıcıların trafiğini yavaşlatma, engelleme veya ek ücretler karşılığında önceliklendirmeme zorunluluğunu ifade eder. Ancak, bu ilkenin uygulanması üzerine çeşitli düzenlemeler ve tartışmalar yaşanmıştır.
23 Nisan 2014: ABD Federal İletişim Komisyonu (FCC), internet sağlayıcıların içerik sağlayıcılarına daha hızlı veri iletim yolları sunmasına izin verecek yeni bir kural üzerinde düşünüldüğünü duyurdu; bu, FCC’nin önceki ağ tarafsızlığı duruşunu tersine çevirebilecek bir adımdı. Harvard Hukuk Fakültesi'nden Profesör Susan Crawford, ağ tarafsızlığı kaygılarına çözüm olarak yerel geniş bant ağlarının desteklenmesini önerdi.
15 Mayıs 2014: FCC, internet hizmetleri konusunda iki seçenek üzerine değerlendirme yapmaya karar verdi: birincisi, hızlı ve yavaş internet şeritlerini izin vererek ağ tarafsızlığını kısıtlamak; ikincisi, geniş bantı bir telekomünikasyon hizmeti olarak yeniden sınıflandırarak ağ tarafsızlığını korumak.
10 Kasım 2014: Amerikan başkanı Barrack Obama, FCC’ye geniş bant internet hizmetini bir telekomünikasyon hizmeti olarak yeniden sınıflandırarak ağ tarafsızlığını korumasını önerdi.
31 Ocak 2015: FCC, 26 Şubat 2015’te yapılacak oylamada, İletişim Yasası’nın Title II (genel taşıyıcı) hükümlerini kısmen internet için uygulamayı gündeme aldı. Bu düzenleme, internet hizmetini bilgi hizmeti yerine telekomünikasyon hizmeti olarak yeniden sınıflandıracak ve FCC Başkanı Tom Wheeler’ın ifadesine göre ağ tarafsızlığını sağlamaya yönelik bir adım olacaktı.
26 Şubat 2015: FCC, 1934 tarihli İletişim Yasası’nın Title II maddesini ve 1996 Telekomünikasyon Yasası’nın 706. maddesini internete uygulayarak ağ tarafsızlığı lehine karar verdi. FCC Başkanı Tom Wheeler, "Bu, interneti düzenlemek için bir plan değil, tıpkı Birinci Değişiklik'in ifade özgürlüğünü düzenlemek için bir plan olmaması gibi. Her ikisi de aynı kavramı savunur," şeklinde yorum yaptı.
12 Mart 2015: FCC, ağ tarafsızlığı kurallarının detaylarını kamuoyuna açıkladı ve 13 Nisan 2015’te bu yeni kuralları yayımladı.
14 Aralık 2017: FCC, 12 Mart 2015'te alınan ağ tarafsızlığı kararını 3-2 oyla iptal etti. Bu, ABD'de ağ tarafsızlığı düzenlemelerinin sona ermesine yol açtı ve internet trafiğinin ISP’ler tarafından farklı muamele görmesine olanak tanıdı.
Kullanım ve kültür
E-posta ve Usenet
E-posta, internetin en çok kullanılan uygulamalarından biri olarak sıkça “öldürücü uygulama” olarak anılır. İnternetten önce geliştirilen e-posta, internetin oluşumunda kritik bir rol oynadı. 1965'te, çok kullanıcılı bir zaman paylaşımlı ana bilgisayar sistemindeki kullanıcıların iletişim kurması için bir yöntem olarak başladı. İlk e-posta sistemlerinden bazıları System Development Corporation (SDC) Q32 ve MIT'deki Compatible Time-Sharing System (CTSS) idi.
ARPANET ağı, elektronik postanın evriminde önemli bir katkı sağladı. ARPANET üzerinde ilk deneme amaçlı sistemler arası e-posta kısa bir süre sonra gönderildi. 1971’de Ray Tomlinson, internet üzerinde e-posta adresleme için günümüzde hala kullanılan standart formatı geliştirdi ve @ sembolünü, posta kutusu isimlerini ana bilgisayar isimlerinden ayırmak için kullandı.
Zaman paylaşımlı bilgisayarlar arasında mesaj iletmek için UUCP ve IBM'in VNET gibi alternatif protokoller geliştirildi. Bu protokoller sayesinde e-posta ARPANET, BITNET ve NSFNET gibi birçok ağda dolaşabiliyor, UUCP bağlantıları üzerinden de doğrudan bağlantılı sitelere ulaşabiliyordu.
Ayrıca, UUCP, birçok kullanıcının okuyabileceği metin dosyalarının yayımlanmasını sağladı. 1979’da Steve Daniel ve Tom Truscott tarafından geliştirilen News yazılımı, haber ve duyuru panosu benzeri mesajların dağıtılmasında kullanıldı. Bu yazılım, hızla geniş bir yelpazede tartışma konularına sahip newsgroup’ların oluşmasını sağladı. ARPANET ve NSFNET üzerinde benzer tartışma grupları, e-posta listeleri üzerinden şekillendi ve teknik konuların yanı sıra sflovers gibi bilim kurgu üzerine kültürel tartışmaları da kapsadı.
İnternetin ilk yıllarında, e-posta ve benzeri mekanizmalar, çevrimiçi bağlantının yetersiz olduğu durumlarda kaynaklara erişimi sağlamak için kullanılıyordu. UUCP, 'alt.binary' grupları aracılığıyla dosya dağıtmak için sıkça kullanıldı. Ayrıca, FTP e-posta geçitleri, ABD ve Avrupa dışındaki kullanıcıların, e-posta içindeki komutlarla dosya indirmesine olanak tanıdı. Bu sistemde, dosya kodlanarak parçalara ayrılıp e-posta yoluyla gönderiliyor, alıcı bu parçaları yeniden birleştirip dosyayı çözümlüyordu. Bu yöntem, düşük hızlı çevirmeli bağlantılarla erken Linux sürümleri gibi dosyaları indirmek isteyen denizaşırı kullanıcılar için tek seçimdi. Web’in ve HTTP protokolünün yaygınlaşmasıyla birlikte bu araçlar yavaş yavaş terk edildi.
IRC / MIRC
IRC (Internet Relay Chat), internet üzerinde anlık iletişim ve sohbet için kullanılan bir protokol ve platformdur. IRC, 1988 yılında Jarkko Oikarinen tarafından geliştirilmiş ve internet kullanıcıları arasında metin tabanlı sohbet odaları oluşturmayı amaçlamıştır.
MIRC, IRC sunucularına bağlanmak ve IRC sohbetini kolayca yönetmek için kullanılan popüler bir IRC istemcisidir. MIRC, kullanıcıların farklı sunuculara bağlanmasını, sohbet odalarına katılmasını ve özel mesajlar gönderip almasını sağlar. Aynı zamanda renkli metinler, dosya paylaşımı ve özelleştirilebilir komutlar gibi özellikler sunar.
IRC, internetin erken dönemlerinde yaygın bir iletişim aracı olmasına rağmen hala birçok kullanıcı tarafından tercih edilmektedir. Özellikle teknik destek, yazılım geliştirme ve çevrimiçi topluluklar gibi alanlarda IRC sohbet odaları aktif olarak kullanılır.
Dosya Paylaşımı
Dosya paylaşımı, internetten önce de bilgisayar ağlarında önemli bir etkinlikti ve Bülten Panosu Sistemleri (1978), Usenet (1980), Kermit (1981) gibi yöntemlerle destekleniyordu. İnternet üzerinde dosya paylaşımı için geliştirilen Dosya Transfer Protokolü (FTP) 1985’te standart hale geldi ve hala kullanılmaktadır. Kullanıcıların dosya bulmasını kolaylaştırmak için 1991’de Wide Area Information Server (WAIS), Gopher, Archie, Veronica (1992), Jughead (1993), Internet Relay Chat (IRC) (1988) ve son olarak World Wide Web (WWW) ile web dizinleri ve arama motorları gibi araçlar ortaya çıktı.
1999 yılında Napster, ilk eşler arası (P2P) dosya paylaşım sistemi olarak devreye girdi. Napster, merkezi bir sunucu üzerinden indeksleme ve eş keşfi sağlarken, dosyaların depolanması ve transferi merkezi olmayan bir yapıda gerçekleşiyordu. Napster’dan sonra farklı derecelerde merkezileşme ve gizlilik sunan Gnutella, eDonkey2000 ve Freenet (2000), FastTrack, Kazaa, Limewire ve BitTorrent (2001) gibi çok sayıda P2P dosya paylaşım programı geliştirildi.
Bu araçlar genel amaçlıdır ve çeşitli içeriklerin paylaşılmasını sağlar; ancak, çoğunlukla müzik, yazılım ve daha sonra film ve videoların paylaşımı için kullanılmıştır. Bu paylaşımların bir kısmı yasal iken, büyük bir bölümü yasal değildir. 2001 yılında Napster, 2005’te eDonkey2000, 2006’da Kazaa ve 2010’da Limewire yasal davalar sonucu kapatıldı veya faaliyetlerini değiştirdi. İsveç'te 2003'te kurulan The Pirate Bay, 2009 ve 2010'daki davalarda kurucularına hapis cezası ve yüksek para cezaları verilmesine rağmen faaliyetlerini sürdürmektedir.
Dosya paylaşımı, bir yandan fikri mülkiyet hırsızlığı suçlamaları, diğer yandan sansür tartışmaları nedeniyle halen tartışmalı ve önemli bir konu olmaya devam etmektedir.
Dosya Barındırma Hizmetleri
Dosya barındırma hizmetleri, kullanıcılara bilgisayarlarının sabit disk kapasitesini genişletme ve dosyalarını çevrimiçi bir sunucuda barındırma imkanı sunar. Çoğu dosya barındırma hizmeti, ücretsiz depolama seçenekleri sağlarken, daha geniş depolama alanları için ücretli seçenekler de sunar. Bu hizmetler, internetin hem ticari hem de kişisel kullanımı için önemli bir genişleme sağlamıştır.
Google Drive: 24 Nisan 2012'de başlatılan Google Drive, günümüzde en popüler dosya barındırma hizmetlerinden biridir. Google Drive, kullanıcıların dosyaları depolamasına, düzenlemesine ve paylaşmasına olanak tanır. Ayrıca, Google'ın ücretsiz erişim sunan ofis uygulamalarını da (Google Docs, Google Slides, Google Sheets) içerir. Bu özellikler, üniversite hocaları, öğrenciler ve bulut depolama ihtiyacı duyan bireyler için kullanışlı bir araç haline gelmiştir.
Dropbox: Haziran 2007'de piyasaya sürülen Dropbox, kullanıcıların bilgisayarlarındaki bir klasörde tüm dosyalarını saklamasına ve bu klasörün Dropbox sunucularıyla senkronize olmasına olanak tanır. Google Drive’dan farklı olarak web tarayıcı tabanlı değildir. Şu anda Dropbox, dosyaların ve çalışanların uyumlu bir şekilde çalışmasını ve verimli kalmasını sağlamak için aktif olarak kullanılmaktadır.
Mega: 200 milyondan fazla kullanıcıya sahip olan Mega, şifreli bir depolama ve iletişim sistemi sunar. Hem ücretsiz hem de ücretli depolama seçenekleriyle birlikte, gizliliğe vurgu yapar.
Google Drive, Dropbox ve Mega, modern dosya barındırma hizmetlerinin temel fikirlerini ve değerlerini temsil eden en büyük üç hizmettir. Bu hizmetler, dosya barındırma ile ilgili çeşitli ihtiyaçları karşılayarak iş süreçlerini, eğitim dünyasını ve kişisel dosya yönetimini kolaylaştırmaktadır.
Arama Motorları
Arama motorları, internet üzerindeki bilgiye hızlı erişim sağlamak amacıyla geliştirilmiş en temel araçlardan biridir. Günümüz arama motorları yalnızca metin aramalarla sınırlı kalmayıp, görsel, video ve ses aramaları gibi çeşitli veri türlerine de erişim sağlar. Google, Bing gibi modern arama motorları, makine öğrenimi ve yapay zeka algoritmaları kullanarak kullanıcıların konum, geçmiş aramalar ve tercihlerine göre daha kişisel arama sonuçları sunmaktadır. Arama motorları, e-ticaret, eğitim ve araştırma gibi birçok alanda bilgiye erişimi hızlandırarak internetin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir.
Arama motorlarının gelişiminde bazı önemli dönüm noktaları şunlardır:
Archie (1990): İlk arama motorlarından biri olan Archie, FTP sunucularında bulunan dosyaların indeksini oluşturarak kullanıcıların bu dosyalara erişmesini sağladı. Ancak yalnızca dosya isimlerine göre arama yapabiliyordu.
Veronica ve Jughead (1993): Archie’nin devamı olan bu sistemler, Gopher protokolü ile çalışan içerik aramalarında kullanıldı. Dosya isimlerinin ötesinde içerik bulma yetenekleriyle öne çıktılar.
WebCrawler (1994): İlk tam metin arama motorlarından biri olarak kabul edilen WebCrawler, kullanıcıların yalnızca başlıklarda değil, sayfa içeriğinin tamamında arama yapabilmesini sağladı. Bu yenilik, arama motorlarının daha kapsamlı ve işlevsel olmasına katkıda bulundu.
AltaVista (1995): Gelişmiş bir arama motoru olan AltaVista, hızlı indeksleme ve doğal dil arama özellikleriyle dikkat çekti. Multimedya dosyaları ve çeşitli veri türlerinde arama yapabilmesi, onu o dönemde oldukça popüler hale getirdi Yahoo! (1994):Stanford Üniversitesi öğrencileri Jerry Yang ve David Filo tarafından Ocak 1994’te kurulan Yahoo!, ilk başta "Jerry and David’s Guide to the World Wide Web" adlı bir dizin olarak başladı. Mart 1994’te "Yahoo!" adını aldı ve kısa sürede geniş bir kullanıcı kitlesine hitap eden popüler bir çevrim içi rehber haline geldi. 1995’te arama motoru işlevi eklenen Yahoo!, 1990’ların sonunda geniş bir kullanıcı kitlesiyle popülerlik kazandı
Google (1998):Larry Page ve Sergey Brin tarafından geliştirilen Google, PageRank algoritması ile arama motoru alanında büyük bir devrim yarattı. Sayfa bağlantılarını değerlendirerek en alakalı sonuçları sunma odaklı bu algoritma, kullanıcı deneyimini büyük ölçüde geliştirdi. Google kısa sürede en popüler arama motoru haline geldi ve rakiplerini geride bıraktı.