Jus ad bellum, savaşa girmeden önce savaş ilanını belirli haklı gerekçelere bağlayan kriterleri kapsayan Latince uluslararası hukuk terimidir.
Tanım
Jus ad bellum bazen savaş yasalarının bir parçası olarak kabul edilir ancak "savaş yasaları" terimi, bir savaşın adil bir şekilde yürütülüp yürütülmediğine ilişkin (düşmanlıkların başlamasının adil olup olmadığına bakılmaksızın) jus in bello'ya atıfta bulunduğu düşünülebilir. "Jus ad bellum, devletlerin savaşa veya genel olarak silahlı kuvvet kullanımına başvurabilecekleri koşulları ifade eder."[1] Bu kurallar, bir savaşı neyin adil kıldığına dair belirli kriterlere odaklanır.
Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 51. Maddesi bu konuyu açıklığa kavuşturmaktadır: "Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez."[2]
Bir ülkenin diğerine savaş ilan etmesine yönelik haklı gerekçeleri sınırlayan uluslararası bir anlaşma jus ad bellum ile ilgilidir. İkili saldırmazlık paktlarına ek olarak, yirminci yüzyılda savaşa gitmeye karşı yeni kısıtlamalar tanımlayan çok taraflı anlaşmalar yapılmıştır. En dikkate değer üç örnek; Kellogg-Briand Paktı'nın savaşı bir ulusal politika aracı olarak yasadışı ilan etmesi, "barışa karşı işlenen suçları" II. Dünya Savaşı sonrası yargılanacak üç ana uluslararası suç kategorisinden biri olarak tanımlayan Nuremberg Şartı ve ulusları anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözülmesini sağlamaya bağlayan ve bir ulusun bir diğerine karşı içsel savunma hakkının ötesinde, bir diğerine karşı herhangi bir güç kullanımı başlatabilmesi için Birleşmiş Milletler tarafından izin verilmesini gerektiren Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'dir.[2]
Buna karşılık, savaş halindeyken kabul edilebilir davranış sınırlarını tanımlayan anlaşmalar "savaş kuralları" olarak kabul edilir ve jus in bello olarak adlandırılır. Bu nedenle, Cenevre Sözleşmeleri bir dizi "jus in bello" dur. Savaş zamanında sivillerin korunmasına veya güç kullanıldığında "orantılılık" ihtiyacına ilişkin doktrinler, bir savaştaki davranış sorunlarına yöneliktir. Aynı zamanda bu doktrinler, ilk etapta savaşa gitmenin ne zaman yasal veya ne zaman yasa dışı olduğu sorusuna da ışık tutabilmektedir.
Jus ad bellum'un ilkeleri
Uygun yetki ve kamu beyanı
Doğru otorite ilkesi, bir savaşın ancak meşru bir otorite tarafından yürütülmesi halinde olduğunu öne sürer. Bu tür bir otorite, devlet egemenliği kavramına dayanmaktadır.[3] Aziz Aquinolu Thomas, "Summa Theologica" adlı eserinde, savaşın adil bir savaş olması için sadece kamuya ilan edilmesi gerektiğini değil, aynı zamanda egemen bir otorite tarafından ilan edilmesi gerektiğini de belirtmektedir.[4]
Doğru otorite, savaşı cinayetten ayıran şeydir: "Uygulamaya anlam veren, savaşı cinayetten, askerleri suçlulardan ayıran şey savaş kurallarıdır".[5] Bir asker, devletin uygun yetkisi altında faaliyet gösterdiği ve askeri liderlerinin emri altında işlenen eylemlerden bireysel olarak sorumlu tutulamadığı için bir suçlu değil, bir savaş esiri muamelesi görür.
Haklı sebep
Haklı amaç ilkesine göre, savaşın amacı dar tanımlanmış ulusal çıkarların peşinde koşmak değil, adil bir barışı yeniden kurmak olmalıdır. Bu barış hali, savaş olmasaydı hakim olacak koşullara tercih edilmelidir. Savaşlar, sadece mülk eklemek veya bir rejim değişikliği kurmak için yapılamaz. Kimi zaman Bush Doktrini ile ilişkilendirilen mevcut "ileriye yönelik öz savunma" veya önleyici saldırı doktrinleri, haklı sebep kavramlarına meydan okumuştur. Haklı sebep, özellikle eylemler "vicdanı şok ettiğinde" insani müdahaleyi içerir. Koruma sorumluluğu, insani müdahalenin doğasını daha derinlemesine kapsar.
Başarı olasılığı
Bu ilkeye göre, haklı savaşın amaçlarına ulaşılabilir olduğu sonucuna varmak için iyi gerekçeler olmalıdır.[3] Bu ilke, haklı sebebi güvence altına alma olasılığı düşükse, kitlesel şiddete girişilmemesi gerektiğini vurgulamaktadır.[6] Bu kriter, istila uğruna istiladan kaçınmak ve orantılılık kriterlerine bağlanmaktır. Gerçekten bir devletin savaşı kazanma ihtimali yoksa o savaşa girmeye yeltenmez. Bununla birlikte, savaşlar tamamen teknik ve sayısal üstünlüğe dayanmaz aynı zamanda savaşı kazanmak başka faktörlere de bağlıdır. Bu nedenle savaşı kimin kazanacağının önceden bilinmesi imkansızdır. Bu kriterler ahlaki ve teorik zeminden pratik zeminde konuşulmaya başlanmıştır.[7] Esasen bu, bir koalisyon oluşturmak ve diğer devletlerin onayını almak içindir.
Orantılılık
Orantılılık ilkesi, savaşta kullanılan şiddetin askeri amaçlarla orantılı olmasını şart koşar. Bu hedef, "yakıp yıkma taktiği" politikalarını ortadan kaldırmak içindir. Askeri zaferin seviyesi, ortaya çıkan yıkım seviyesiyle orantılı olmalıdır. Örneğin 400 siville dolu bir alışveriş merkezinde tek bir düşman savaşçısı varsa, orayı havaya uçurmak orantılı kabul edilmemektedir. Bununla birlikte, çok daha az sivilin olduğu bir bölgede (bir araba veya özel bir ev gibi) yüksek değerli bir askeri hedef varsa, bir saldırı ve tali hasar, orantılılık kuralı kapsamında haklı görülebilmektedir.
Son çare
Son çare ilkesi, güç kullanımının gerekçelendirilebilmesi için önce şiddet içermeyen tüm seçeneklerin tüketilmesi gerektiğini öngörür. Diplomatik seçenekler, yaptırımlar ve diğer askeri olmayan yöntemler, sıcak çatışmalara girilmeden önce denenmeli ve uygulanmalıdır. Dahası, zararın miktarı ile ilgili olarak son çare ilkesi, halı bombardımanı veya nükleer savaş gibi büyük bir güçle bir savaş başlatmak yerine önce küçük çaplı müdahale güçlerinin kullanılmasını desteklemektedir.[8]
Tarihçesi
Aziz Aquinolu Thomas, adil bir savaşı neyin yarattığı konusunda düşünen ilk filozoflardan biridir. Kriter listesinin amacı sivilleri korumak ve savaşların sadece şahısların kişisel çıkarları için yapılmadığını garanti etmektir.[4][9]
Otuz Yıl Savaşı'nı sona erdiren Vestfalya Antlaşması'ndan sonra, akademisyenler ve bilginler devlet egemenliğine saygı gösterirken eyaletler arası savaşı kontrol etmenin bir yolunu bulmak amacıyla bu konuya ilişkin kafa yormaya başladılar.[4][10] II. Dünya Savaşı'ndan sonra Birleşmiş Milletler kurulana kadar jus ad bellum kavramları resmîleşmiştir.
Günümüz
1950'lerden bu yana, jus ad bellum beyanları önemli ölçüde azalmıştır.[11] Tanisha Fazal, "Why States No Longer Declare War" (Türkçesi: Devletler Neden Artık Savaş İlan Etmiyor) adlı kitabında, 1950'lerden bu yana resmi savaş ilanlarındaki düşüşe dikkat çekmektedir. Terörist gruplar gibi devlet dışı aktörlerin yükselişi göz önüne alındığında, bu modern zamanlardaki savaş nüansının bir sonucu olarak kabul edilebilmektedir.
Ayrıca bakınız
Kaynakça