Asker Ressamlar, Türk resminde bir döneme adını vermiş, askerî okullarda yetişmiş ressamlar grubu. Batı anlayışında Türk resim sanatının temelleri, III Selim döneminde ilk kez resim derslerinin verilmeye başlandığı, 1795'te açılan Mühendishane-i Beri-i Hümâyun'da atıldı.
Tarihçe
II. Mahmut, 19. yüzyıl başlarında portresini yaptırıp devlet dairelerine astırdı. 1827'de açılan Askerî Tıbbiye ve 1834'te açılan Mekteb-i Harbiye'ye de resim dersleri konuldu. II. Mahmut'un Avrupa'ya gönderdiği öğrenciler arasında resim öğrenimi için seçilenler de vardı. 1859'da açılan Mekteb-i Mülkiye, 1868'de açılan Galatasaray İdâdîsi (Lisesi) ve 1872'de açılan Darüşşafaka İdâdîsi'nde de programlara resim dersleri konuldu. Bu sayede Darüşşafaka'dan çok sayıda ressam yetişti.
Tanzimat döneminde, 1860'lı yıllarda, Fransa'ya resim öğrenimi için gönderilen Türk ressamlar için Paris'te Mekteb-i Sultani kuruldu ve 1874'e kadar hizmet verdi. Gèrome, Boulanger ve Cabanel atölyelerinde yetişen sanatçılar arasında Süleyman Seyyid ve Ahmet Ali Paşa sivrildi. Sultan Abdülmecit ve Abdülaziz dönemlerinde yabancı ressamlar Osmanlı topraklarına gelerek çok sayıda gravür ve tablo yaptılar. 1874 yılında İstanbul'a gelen Fransız Guillement, bir resim atölyesi kurdu. Bu atölyeden M. Civanyan ve S. Diranyan gibi ressamlar yetişti.
İstanbul'da ilk tablolar 20 Şubat 1863'te açılan bir sergide sergilendi. Gerçek anlamda ilk resim sergisi ise, 1873 yılında Şeker Ahmet Ali Paşa'nın öncülüğünde açıldı. Sultan Abdülaziz 1871 yılında heykeltıraş Fuller'e at üzerinde bir heykelini yaptırarak bir tabuyu daha yıktı. 1876 yılında II. Abdülhamit ile başlayan Meşrutiyet döneminde Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisinin kurulması için, 1882 yılı başlarında Osman Hamdi Bey (1842-1910) Paris'te resim öğrenimi gördüğü için görevlendirildi. Binasını da yaptırarak 3 Mart 1883 tarihinde okulun öğretime başlamasını sağladı. Bu tarihten itibaren Türk ressam ve heykeltıraşları bu kaynaktan da yetişmeye başladı. Ressam Ömer Adil (1868-1924), Osman Asaf (1869-1935), Tekezâde Sait (1870-?), Mehmet Muazzez Özduygu (1871-1956), İsmail Hakkı Atunbezer (1871-1940) ve Şevket Dağ (1876-1944) okulun ilk mezunlarıdır.
Asker ressamların etkinliklerini sürdürdüğü yıllarda bir grup ressamın yaptığı ve akademisyen Ayla Ersoy'un söylemiyle "aynı fırçadan çıkmış izlenimi veren" manzara resimleriyle karşılaşılmaktadır. Türk resim sanatı içinde Primitifler[1] olarak da adlandırılan, bir kısmı askerî okul kökenli veya Darüşşafaka gibi sivil okullarda eğitim görmüş; Necib, Kasımpaşalı Hilmi, Şefik, Salih Molla Aşkî, Şevki, Lofçalı Ahmed, Ahmet Ragıp, Giritli Hüseyin, Fahri Kaptan, Selâhattin, Cemal, Ahmet Şekür, İbrahim adlı sanatçıların imzalarına rastlanılan bu resimlerde; Yıldız Sarayı, Yıldız Camii, Kâğıthane, Ihlamur Kasrı ve benzeri yapıların çeşitli görünümleri sıkça işlenen konulardır. Bu arada 19. yüzyılın ilk yarısında icat edilen fotoğraf makinesi, icadından kısa bir süre sonra ülkeye girmiş ve özellikle İstanbul'da çok sayıda fotoğraf atölyesi açılmıştır.
Türk resim sanatında asker ressamların etkileri
Askerî yüksek okulların öğretim programlarına konan desen dersleriyle başladı. İlk meyvesini İbrahim Paşa ile verdi. Hüsnü Yusuf takip etti. Süleyman Seyyid Bey, Şeker Ahmet Ali Paşa, Ahmet Emin batı tekniği alanında Türk resim sanatı öncüleri ve yeniliklere yönelme hareketlerinin müjdecileri oldular. Paris sanat çevrelerini hakimiyeti altında tutan romantizm ve neo-klasizme rağmen, yurda dönüşlerinde Courbet'in renk ve canlılık endişesini getirdiler. Onlar sadece batı tekniği ile resmi değil Paris'in çağdaş sanat anlayışını da beraberilerinde getirdiler.
Paris'te öğrenimi sırasında Şeker Ahmet Ali Paşa dönemin hükümdarı Abdülaziz'in portresiyle sergiye katıldı; böylece yurt dışında bir sergiye katılan ilk isim oldu. Bu sanatçılar ilk kez 1874'te ilk sanat hareti olan İstanbul Divanyolu'nda resim sergisi açtı.
I. Dünya Savaşı'nın etkisi, 1914'te başlayan sanat hareketlerinde büyük oldu. Sami Yetik, Ali Sami Boyar, Hikmet Onat gibi bu kuşağa mensup asker ressamların yanında İbrahim Çallı, Nazmi Ziya Güran gibi sanatçılar da görüldü. Böylece Türk resminde vücuda gelen millî ruh, asker ressamların dışına çıktı ve sanat hareketlerinin başta gelen özelliği oldu.