Hicret’in dördüncü yılında Şaban ayının üçüncü gününde (M. 10 Ocak 626) dünyaya gelmiştir. Çok az olmakla beraber Hicret’in üçüncü yılında doğduğunu iddia eden bir kısım tarihçiler de vardır.[1]
Fatıma doğum yapınca, Muhammed’e haber verildi ve Muhammed bebeği göğsüne basarak sağ kulağına ezan ve sol kulağına kamet okudu. Ali’ye, ‘oğluma ne ad verdin’ diye sorduğunda, Ali'nin, ‘senden önce ona isim verecek değilim’ cevabıyla şöyle dedi; ‘Onun adını Hüseyin koy’. Hüseyin, Arapçada güzel, yakışıklı manasına gelmektedir.
Doğumun yedinci gününde, Muhammed, akike kurbanı olarak bir koç kesti, bebeğin saçları ağırlığınca gümüşü sadaka olarak dağıttı ve bebeğin sünnet edilmesini emretti.[2]
Annesi, İslam peygamberi Muhammed'in soyunu devam ettiren tek kızı olan, (ümmü ebîha) Fatıma’dır. Fatma, İslam peygamberince çeşitli defalar övülmüşse de bunlardan en meşhuru, onu dünyadaki ve ahiretteki tüm kadınların en üstünü diye nitelendiren hadistir.[3][4] Hüseyin, Fatıma’nın Hasan’dan sonraki ikinci çocuğudur. Hüseyin, annesini henüz sekiz yaşındayken kaybetmiştir.
Babası, Kureyş’in lideri Ebu Talib’in oğlu, İslam peygamberi Muhammed’in kuzeni, damadı, yardımcısı, İslam Devleti’nin 656-661 yılları arasındaki hükümdarı, Sünnilerin dördüncü hak halifesi ve Şiilerin birinci İmam’ı, Allah’ın aslanı (Esedullah) Ali’dir. Hüseyin, babası Ali ile yaklaşık otuz altı yıl yaşamıştır.
Çocukluğu
Hüseyin, ağabeyi Hasan ile, İslam peygamberinin yanında büyüyordu. Birçok hadis Muhammed’in, Hasan ve Hüseyin’le oynadığını ve onlarla vakit geçirdiğini göstermektedir. İslam peygamberinin onları sırtına bindirerek eğlendirdiği ve şöyle hitap ettiği bilinir;
Bineğiniz ne güzel binek, siz ne güzel binicisiniz.[5]
Muhammed’in, Hasan ve Hüseyin’e olan sevgisini gösteren bir diğer hadis;
hadisidir.
İbni Mesud nakleder ki: Hasan ve Hüseyin bir gün, İslam peygamberi namaz kılarken yanına gittiler ve secde halindeyken peygamberin sırtına çıktılar, peygamber secdeden kalkarken onları usulca sırtından indirdi ancak bir dahaki secdede çocuklar yine peygamberin sırtına çıktılar. Nihayet peygamberin namazı bittiğinde, birini sağ birini sol dizine oturtarak etrafında bulunanlara şöyle dedi:
Hicretin 9.-10. yıllarında henüz Hüseyin, altı yaşlarındayken, İslam peygamberi Muhammed ile NecranNasranileri arasında yapılan tartışmalarda Muhammed, Nasranileri, Nasranilerin güvenilir kitaplarını kaynak göstererek yenilgiye uğrattı. Bu kitaplarda, "kendinin geleceğine dair" alametleri alimlere bildirdi. Muhammed'in delilleri o kadar güçlüydü ki, Nasrani bilginlerinin Muhammed'in söylediklerinin ve yolunun "hak" olduğunu söylemekten başka çareleri kalmamıştı, ancak kabul etmediler. Bunun üzerine Allah:
“
Sana gelen bunca ilimden sonra, yine de bu hususta seninle çekişip tartışmalara girişirlerse de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefsimizi (kendimizi) ve nefsinizi (kendinizi) çağıralım; sonra karşılıklı lanetleşelim de Allah’ın lanetini yalan söylemekte olanların üstüne kılalım.[10]
„
ayetini nazil etti ve mübahele (karşılıklı beddua) edilmesini emretti. Nasraniler kabul etti. Kararlaştırılan yerde Nasranilerin hepsi yetmişten fazla kendi alimlerinin eşliğinde beklerlerken, Muhammed ise sadece yanında dört kişi almış idi; yanında getirilmesi gereken oğulları için Hasan ve Hüseyin'i, kadını için Fatıma Zehra’yı ve nefsi için de Ali’yi getirdi. Necran Hristiyanları, Muhammed’in bu kararlılığı sonucunda lanetleşmekten vazgeçti.[11][12]
Bir diğer adı "Âl-i Kisa" da olan bu hadis, İslam peygamberi Muhammed'in sırtında abası olduğu halde, abanın altına, Fatıma'yı, Ali'yi, Hasan'ı ve Hüseyin'i alması ve Ahzab Suresi'nin
Ey Ehli Beyt! Allah sizden günahı gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor.
mealindeki 33. ayetini okuyup, bu şahıslar için dua etmesini anlatır.
İlk üç halife dönemi
İlk üç halife döneminde, Ehli Beyt mensuplarıyla yönetim arasında oluşan bazı anlaşmazlıklarda (halifenin tayini, fedek arazisi vs.) Hüseyin, fikren babası Ali'yi takip etti. Bilindiği gibi Ali, kendinden önceki halifeler döneminde (Ali bu günleri şöyle anlatır: Gördüm ki sabretmek daha doğru; sabrettim; ettim ama gözümde diken, boğazımda kemik vardı; (…)[13]) muhalefet etmemeyi seçmiştir. Bu görüşün aksi olarak Ali'nin kendinden önceki üç halifeye biat ettiği ve aralarında herhangi bir hoşnutsuzluğun olmadığı görüşü vardır. Örneğin Ebubekir'in, Muhammed'e sadakati sebebiyle 'sıddık' sıfatını aldığı, Ömer'ın de bizzat Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le evlendiği[14][15] ve bunu bir iftihar vesilesi saydığı vakaadır.
Hüseyin'in bu dönemde yaptığı en önemli muhalif duruş, ilk dönem sahabelerden olan ve İslam peygamberinin kendi için ‘Ne mavi gökyüzü ne de kara toprak Ebu Zer’den daha doğru sözlü birini görmemiştir’ dediği Ebu Zer’in, üçüncü halife Osman bin Affan’ın emriyle üçüncü kez sürgün edilişinde yaşanmıştır. Muhalefet ettiği gerekçesiyle, Şam’a, oradan da Muaviye bin Ebu Süfyan’ın isteğiyle tekrar Medine’ye sürülen Ebu Zer, ilerlemiş yaşına rağmen bu sefer de Rebeze’ye sürülür. Mervan bin Hakem'e de halifece, onu yolcu etmeye ve onunla vedalaşmaya gelen müslümanlara engel olma görevi verildi. Ancak, Ali, Hasan, Hüseyin, Akil bin Ebu Talib, Abdullah bin Cafer ve Ammar bin Yasir onu uğurlamaya gelerek halifenin bu emrine muhalefet ettiler.[16]
Üçüncü halife Osman bin Affan’ın bir suikast sonucu öldürülmesiyle, halk Ali'ye teveccüh etti ve onu halife seçtiler (m. 656, h. 35). Ali’nin halifeliğe geçişinden bir süre sonra biatlerinden dönenler oldu ve bu durum İslam tarihinde ilk iç savaşı (İlk Fitne) beraberinde getirdi.
Hüseyin, tüm bu savaşlarda babası Ali’nin safında savaştı ve babası izin verdikçe savaş meydanına da indi. Ali, İslam peygamberi Muhammed’in neslinin kesilmesinden korktuğu için Hüseyin ve ağabeyi Hasan’ın savaş meydanına inmesine pek izin vermiyordu.
Kardeşi Hasan dönemi
Babasının katledilmesinin ardından ağabeyi Hasan’ı rehber edinen Hüseyin, kardeşinin öğütlerine uydu.
Emevîler dönemi
Hasan'ın Muaviye ile yaptığı anlaşmaya itiraz etti ancak itirazı abisi tarafından kabul görmedi ve babasının vasiyetine uyarak Hasan'a itaat etti. Hüseyin, Muaviye'nin anlaşma neticesinde tahsis ettiği 2 milyon dirhemlik ödeneği, Muaviye'nin ölümüne kadar aldı.[17] Abisi Hasan'ın ölümü üzerine taraftarları Hüseyin'den babasının ve abisinin intikamını almak için emrini beklediklerini iletmişlerdi. Kufe'nin ileri gelenlerinden bir kişinin Medine'ye giderek Hüseyin'i Kufe'ye davet etmesinden haberdar olan Muaviye, Hüseyin'e fitne çıkarmak isteyenlere fırsat vermemesi tavsiyesinde bulunmuş, Hüseyin'de cevap vermiş olduğu mektubunda "Seninle savaşmak ve sana karşı çıkmak niyetinde değilim" demiştir.[18]Hasan'ın vefatından sonra imamet için veya Muaviye aleyhine faaliyette bulunduğuna dair herhangi bir rivayet ilk Şii ve Sünni kaynaklarında geçmez.[19] Abisinin ölümünden sonra Yezid halife oluncaya kadar ibadete dayalı bir hayat sürmüştür.
Muaviye'nin ölümü üzerine Yezid, Medine valisi Velid bin Utbe'den kendi için Hüseyin ve diğerlerinden biat almasını istedi. Velid'in, Hüseyin'i ve Abdullah bin Zübeyr'i yanına çağırması üzerine her ikisi de Muaviye'nin öldüğünü halk duymadan biat için çağrıldıklarını anladılar. Abdullah bin Zübeyr, Mekke'ye kaçtı. Hüseyin, görüşmeye gidince gizlice biat etmenin kendi için uygun olmayacağını yarın halkın huzurunda biat edeceğini söyleyerek oradan ayrıldı ve sonrasında kardeşi Muhammed bin Hanefiyye'nin itirazlarına rağmen Mekke'ye doğru yola çıktı.[20] Ardından Kufe'den davet gelince önce amcasının oğlu Müslim bin Akil'i durum tespiti için Kufe'ye gönderdi. Daha sonra da kendi yola çıktı. Kerbela Olayı’nda (M. 680 – H. 61) Muharrem ayının onuncu günü Kerbelâ'da öldürüldü.
10 Muharrem gününü; sevenleri, dünyanın çeşitli yörelerinde yüzlerce yıldır ‘Aşura Günü' olarak anmakta, yas tutmakta ve çeşitli temsillerle onun acısını taze tutmaktadırlar.
Ölümü
Emevîler tarafından Kerbelâ Savaşı'nda ailesinden pek çok kişiyle birlikte öldürülmüştür.